Yeşilçam’ın İstanbul ısrarının dışında, taşra hayatından bir kesit sunan filmde, kimsenin kimseyi dinlemediği bir iletişimsizlik hâli ve insanları saran suçluluk duygusundan kaynaklı bir tedirginlik sergileniyor.
Bir Anadolu kasabasında yaşayan elektrikçi Celâl’in içinden çıkmakta zorlandığı sorunları, genel olarak pek memnun olmadığı bir hayatı, bütün bu sorunların ve memnuniyetsizliğinin bedelini yükleyerek kurtulmayı kafasına koyduğu bir karısı vardır. Özellikle iş hayatında yaşadığı sorunlar nedeniyle ailesine karşı lüzumsuz bir asabiyet sergileyen Celâl, bu sorunların üstesinden kurnazlıkla, aldatmayla, yüzsüzlükle gelmeye çalışır.
Karısı Sevilay’ın kendisine hitap etmediği yanılgısıyla bazı arayışlar içindedir. Kocasının kaygısını taşıyan Sevilay ise Celâl’le iletişim kurmanın çarelerini arar. Celâl’le Sevilay, ergenlik sorunları yaşayan oğulları Mesut’la beraber bu şekilde birbirlerinden kopuk bir aile hayatı sürerler. Aynı evde bir iletişimsizlik hâlini yaşayan bu üç kişinin diğerinin görmesini istemediği bazı sırları da vardır. Meselâ Celâl iş bahanesiyle gittiği Samsun’daki bir pavyonda şarkıcı Sibel’e yaklaşma çabasındadır. Sevilay da babasının Almanya’dan gönderdiği paraları, ihtiyacı olduğunu bildiği hâlde Celâl’den saklamaktadır. Mesut’un ise ergenliğe mahsus bazı dertleri, komşunun kızı ile ilişkisi vardır. Taşra hayatının baskıladığı insanların siniklikleri, sırf bu baskıdan ötürü birbirlerinden sakladıkları sırlarıdır bunlar. Ve bütün bu durum, taşraya özgü saklanma, bir tür yeraltı hâlinin işâretlerini verir.
Ama hikâye ilerledikçe Celâl’in, karısının ilkel yöntemlerle sakladığı parayı gizli gizli tırtıkladığına şahit oluruz; ve benzer şekilde Celâl’in sakladığı bazı şeylerden de oğlu Mesut haberdar olduğuna. Bu şekilde aynı hayatı paylaşan bu üç kişi, birbirlerinden gizlemeye çalıştıkları şeyleri görmeye, aramaya, bulmaya çalışarak, farkında olmadan birbirlerinin hayatına müdâhale ederek, yine taşraya özgü sayılabilecek bir çelişkiyi, iletişimsizliği, kendi kendilerini dışardan görememenin riyakârlığını yaşarlar. Celâl’in çevresinde şekillenen dünya, nispet, çekememezlik ve iletişimsizlikle, herkesin bir diğerine söylediği yalanlarla, olanca iç içeliğine rağmen birbirine uzak hayatlarla yüklüdür. Ve filmde, işte tam da Celâl’in Sevilay’ı öldürme teşebbüsünde bulunduğu nokta, bu durumun, böyle bir yaşantının varabileceği en son nokta, koridorun sonuna, ışığın söndürülmesi gerektiği noktaya tekabül eder.
Taşra insanlarının birbirlerinden bu sakınma hâlinin vahametini anlatan en güzel örnek Celâl’in bir gündüz vakti eve gelmesiyle başlayan sahnededir. Sevilay o sırada banka şubesinde, babasının Almanya’dan göndermeyi rutine bindirdiği parayı çekmekle meşguldür. Celâl karısının evde bulunmadığına kanaat getirdikten sonra mahzene inerek, saklı paraya el uzattığı sırada eve bu kez oğlu Mesut girer. Mesut da annesinin evde bulunmadığından emin olduktan sonra, aşağıda, mahzendeki babasından habersiz, babasına ait gizli bölmedeki porno cd’lere uzanır ve mastürbasyon yapmaya başlar. Ama işin ironik tarafı kendisi de karısının eşyalarını karıştıran Celâl’in, sonraki sahnede oğlunu başkasının eşyalarını karıştırmakla suçlamasıdır. Ve aynı akşam ağabeyi Cemâl’le beraber iş bahanesiyle gittikleri Samsun’daki pavyonda eğlenirlerken Celâl’in, pavyon şarkıcısı Sibel’in belalısı olan Süleyman’dan yediği dayak nedeniyle alnında yara izi oluşur. Ve aynı akşam oğlu Mesut da sevdiği kızın annesinden kaçarken motosikletten düşerek benzer şekilde yaralanır. İşin ilginç tarafı ertesi günün sabahında baba ile oğul, her ikisi de yüzlerindeki yara izi ile masada karşılıklı oturmuş kahvaltı ederlerken Celâl’in Mesut’u azarlamasıdır. Yani burada diğer bazı örneklerle de pekişerek birbirinden saklanan, ne kadar birbirinden saklansa da aslında birbirine benzeyen paralel hayatlar söz konusudur.
Film aynı zamanda Celâl’in karısını öldürme planının işâretlerini de verir. Celâl’in karısını kaza süsü vererekten öldürme girişimi başarısızlıkla sonuçlandıktan sonra, sanki elektriksel vavien düzeneği gereği lambanın kapatılmasıyla her şey geri eski hâline, (film başlamadan önceki hâline) döner. Etrafında olup bitenler karşısında zaten tuhaf bir ürküntü sergileyen Celâl, bu davranışından dolayı gizli bir pişmanlık duymaya başlar. Pavyondaki Sibel’le de zaten olmayacak gibidir. Dolayısıyla aldığı parayı ölümden dönen karısına iade eder.
Aslında büyük ölçüde içinde bulunduğu şartlar, olmayacak hayâller ve imkânsızlıklar Celâl’i vavieni kapatmaya zorlamış, yeniden eski hayatına, karısına döndürmüştür. Oğul Mesut da komşu kızıyla ilişkisi ayyuka çıktığı için rahatlamış görünür. İnsanın girdiği bir karanlığı geride bırakıp hayatına kaldığı yerden devam etmesidir vavien. Tıpkı Celâl gibi Sevilay da vavieni kapatmıştır; babasının gönderdiği, sakladığı parayı kocasına bağışlayarak. Ve Celâl bundan sonra evine bağlı, mutlu, karısını ve çocuğunu sahiplenen bir adama dönüşür.
Popüler bir filmi seyir zevki ile yükleyen en önemli unsurlardan biri karakter çeşitliliği olarak tespit edilebilirse eğer, Vavien’de gerek Sibel gerek Süleyman, gerek Cemâl gerek Seyfi karakterleriyle bu özgünlük ve çeşitlilik bir hayli sağlanmış görünüyor.
Şirin mi şirin bir kasaba hayatını insanların birbirlerine nasıl dar ettiğini anlatıyor Vavien; insanların mevcut hayatlarının değerini bilememe hâlini ve bu hâlin yanılgısını.