İhtiyar ceviz ağaçları, harçsız, oya gibi örülmüş, büyük bir azmin, emeğin ürünü upuzun ve yüksek bahçe duvarları, ahşap panjurlu taştan evler, ceviz ağaçlarının gür yaprakları arasından fark edilen yamaçtaki kilise ve onun epey yıpranmış çan kulesi, kurumuş dere yatağının iki yakasını kavuşturan taş köprü… Bütün bunlar Germir’deki Ermeni dokusunu oluşturan, yok olmaya direnen öğeler. Birbirine bitişmiş sıra sıra taş evlerin tahta panjurlu pencerelerinin demir parmaklıkları arasından bir an görünüp kaybolan kızlar, olur olmaz bir yerlerden ansızın sekip taşların gediğinde kaybolan kertenkeleler, açık bahçe kapılarının ardında yün yıkayan kadınlar, yüksek avlu duvarlarının ötesinden gelen köpek havlamaları, bir geçit gibi dapdar sokaklarda oyun oynayan çocuklar… Bazı evlerin iki kanatlı tahta kapılarının üzerinde Ermenice yazılar var. Zaten dar olan sokağın sağlı sollu evleri, karşılıklı sarkan cumbaları yüzünden sanki yukarıdan kavuşacaklarmış gibi.
Elia Kazan’ın son gelişinde Germir’in muhtarı olan Muhtar Kemâl, yirmi yıl bu görevi yaptıktan sonra, “artık gözlerim iyi görmüyor” diyerek son seçimlerde aday olmamış. Artık mahâllede “eski muhtar” olarak anılıyor. On yıl öncesine kadar merkeze bağlı bir köy olan Germir, onun döneminde mahâlle olmuş.
“Elia Kazan’ın evi” diye gösterdiği boşlukta yemyeşil çimenler var yalnızca. Bir de boşluğun ortasında ağzı taşla kapatılmış olan eski bir su kuyusu. Ev yıkılmış –yıkıntıdan kalanlar başka bir yerde, başka bir evin yapımında kullanılmış olmalı. Sonra bir yapıyı gösteriyor Muhtar, dört yanı açık, büyükçe bir taş yapı bu. “Burası da kiliseydi” diyor. Birkaç yıl önce ihaleyle satılmış. Alanlar şimdi ev olarak kullanıyorlarmış.
Muhtar, önünde bir dut ağacının olduğu, kapısının hemen sokağa açıldığı taş evinde otururken Elia Kazan’ın buraya ilk olarak 30-35 yıl önce geldiğini söylüyor. O zaman aşağıdaki bahçelerden birinde, atalarından kalma ceviz ağaçlarının altında onuruna bir yemek daveti verilmiş. Son gelişinin ardından hem Germir’e, hem de muhtar olarak kendisine ilişkin basında çıkan olumsuz haberler yüzünden kızgındı. Kaymakamlıktan çağrılıp “iyi ağırlayın, ilgilenin” diye uyarılmasına neden olan bu konuklar gittikten sonra, gazeteler, muhtar başta olmak üzere bütün köylülerin, “zengin Amerikalıyı” görünce fırsatı kaçırmayıp türlü isteklerde bulunduklarını yazmışlar.
Elia Kazan, son gelişinde, burada ailesini tanıyan birkaç ihtiyar bulmuş, görüşmüş onlarla. Ama o zamanla şimdi arasında epey bir süre geçmiş, artık kimse kalmamış Ermenileri anımsayan. Ermeni zaten kalmamış. Yakın zamana kadar bir-iki Ermeni varmış burada yaşayan ama çok olmamış onlar öleli de.
Amerika’dan Türkiye’ye gelirken, Elia Kazan’ın hâlâ yaşayan annesi, Germir’in toprağı ile suyunu istemiş oğlundan. Kazan’ın giderken bunları götürdüğünü söylüyor muhtar.
Ve o döneme ilişkin bildiklerini anlatıyor… Çok zenginmiş Germir o zaman –yani mübadeleden önce. Ticaretle uğraşılır, hayvancılık yapılırmış. Bezir yağı üretilirmiş. Nüfusu 1500 civarındaymış. Bir tane hastanesi, üç tane eczanesi varmış. Niye gitmişler o zaman? “Mübadele” diyor, mübadele olmuş, gitmek zorunda kalmışlar. Ermeniler gitmiş, yerlerine Yunanistan’dan muhacirler gelmiş. Hangi yıl? 1926 yılı diye biliyormuş ama yanılıyor da olabilirmiş. Birlikte onca yıl yaşamışlar, bir geçimsizlik, anlaşmazlık, çatışma falan olmuş mu Türklerle arasında? “Hayır” diyor, çevreden çatışma haberleri geldiği olurmuş ama burada değil.
Ama mübadeleden sonra bazı dedikodular olmuş. Ermeniler zamanındaki zenginliğin nedenini dışardan, Avrupa’dan, Hıristiyan dünyasından gelen paralara yormuş bazıları. Germir’in onlar gittikten sonra yoksullaşmasını da buna bağlamışlar. “Bir de” diyor Muhtar, kendisi daha çocukken adını da verdiği yakınlarından biri bir söylenti çıkarmış. Demiş ki köyde kalan Ermenilerden biri için: “Onu kuyu suyuna zehir atarken gördüm.” Ama o sırada çıkan bazı hastalıklarda bundan kuşkulanılsa da kuyu suyu yüzünden zehirlenen, ölen olmamış.
Ermenilerin mezarlığını sorunca, artık kalmadığını söylüyor. Ermeniler gittikten sonra bozup bahçelerine katmışlar. Yamaçtaki kilisenin bahçesinde tek tük birkaç tane kalmış yalnızca.
“Köy halkı yabancılara alışkın…” “Evet, çok turist geliyor buraya.” Özellikle Elia Kazan’ın son gelişinin basında epey yer almasının ardından gelenlerin sayısı daha bir artmış. Genelde fotoğraf çekip gidiyorlarmış.
Germir’in en yaşlısı olarak bilinen Hacı Vekli ve ailesi, bahar geldiği için şehirden dönenlerden. Köylülerin bir bölümü kışı şehirde geçirip köy evini yazlık olarak kullanıyor. Hacı Vekli’nin önü bahçe olan evine girer girmez, dışarının sıcağına karşıt bir serinlik değiyor insanın bedenine.
Upuzun aksakallı, elinde bastonuyla iki büklüm Hacı Vekli de aynı Muhtar gibi “gâvur” diye söz ediyor Ermenilerden. Ama bu söz hep hissettirdiğinin tersine olumsuz anlamda kullanılmıyor burada. Överken bile Ermeni veya Rum değil, gâvur diyorlar.
Çok iyi geçinirlermiş. Zaten çok becerikli, çalışkan insanlarmış Ermeniler. Hacı Vekli özlemle anımsıyor onları. Başka yerlerde vadilere doldurulup öldürülenleri duymuşlar. Aslı var mı yok mu bilmiyor. Burada benzer bir olay olmamış. Mübadele yüzünden gitmeleri istenmiş. Bu, kimsenin beklemediği bir sırada, ansızın olmuş. Öyle ki Elia Kazan’ın ailesi, aşağıdaki bahçelerinde binbir zahmetle bir su kuyusu açtıktan hemen sonra gitmek zorunda kalmışlar. Önce uyarmış hükümet “gidin” diye. Bu uyarı sonucunda bazıları gitmiş. Ardından gitmeyenler için yeni bir uyarı gelmiş. Bunun üzerine de giden olmuşsa da kalan çokmuş. Bir gün köye giren jandarmaların zoruyla çıkmış onlar da evlerinden. Birkaç ev kalmış, onları da artık umursamamışlar.
Ardından muhacirler gelmiş, aynı muameleye Yunanistan’da uğrayan Türklermiş bunlar. Ermenilerden kalan mallar onlara dağıtılmış. Ama muhacirlerin sanatı çiftçilik olduğundan, yurt edinmeleri beklenen, her yeri dağ taş, kaya olan bu yerde işleyecek toprak bulamadıkları gibi, Ermenilerin mirası tüccarlığa da –beceremeyeceklerini bildiklerinden- hiç yeltenmemişler. Sonuçta tutunamamışlar burada. Bakmışlar olmuyor, yok fiyatına satmışlar kendilerine verilen evleri, bahçeleri. Hatta kimisi satamadığından öylece bırakıp gitmiş. Binlerle ifâde edilen Germir’in nüfusu yüzlere düşmüş. Ticaret bitmiş; bezir yağı da üretilmiyor artık. Bir tek hayvancılık kalmış ellerinde yapabildikleri. Germir’de eskiden bir hastane, üç eczane olduğuna inanmak çok güç bugün; hele de köylülerin Elia Kazan’dan bir sağlık ocağı yaptırmasını istedikleri düşünüldüğünde.
Bir de altın arayanlardan söz etti Hacı Vekli. Ermeniler gittikten sonra define avcıları türemiş Germir’de. Boş kalan bahçelerde, evlerde hazine aranmış, mezarlar açılmış. Olmadık yerler için “burada altın var” diye söylenti çıkarılmış… “Bulan olmuş mu bari?” Birkaç ad sayıyor; bunların bulduğu söylenmiş ama aslı yokmuş, yalanmış.
Germir’in böyle, çoktan yok olan, bir şeylerin yapılması için geç kalınan kültürel güzelliği gibi, bir de görmeyene zor anlatılacak biçimsel güzelliği var ki, yok olan kültürel güzelliğinden kaynaklı ve özü yok olduğu için kendi de yavaş yavaş törpülenen, yok oluşa adım adım erir gibi yaklaşan bir güzellik bu. Koruma altına alınan, turistlere süslenen yerler gibi değil; yapmacıksız. Ama bu kendi hâlindeliğinin, bırakılmışlığının onu bir sona hazırlıyor olduğu da her yerinden belli oluyor.
İçinde terk edilmiş, yıkılmış evleri var Germir’in. Bir de kendisine doğru hızla yaklaşan apartmanlar.
*Bu yazı 2001 yılında “Express” dergisinde yayınlanmıştır.