Gündüzleri dükkânda, akşamları evde veya tekkede müzmin bir dindarlıkla, ibadetle geçen huzurlu hayatı, tarikat Şeyhinin dergâhın mâli gelir-giderleriyle ilgilenmesini talep etmesiyle Muharrem’in hiç arzulamadığı bir seyir alır.
Muharrem’in sakınımlı, dışa kapalı hayatı, kabul etmek zorunda kaldığı bu görev neticesinde rutin atmosferin dışına çıkar, mazbut kişiliği, zayıf karakteri bu yeni durum karşısında zorlanmaya başlar. Zira Muharrem sakınımlı biridir. Haramdan korkan, dürüst biri olmasının yanında özellikle bu gibi sorumluluk gerektiren işler için oldukça zayıf bir mizaca sahiptir. Dolayısıyla aksi yönde karaktere sahip birçok kişinin belki keyifle yapacağı bu işler Muharrem için katlanılmazdır. Aslında ortaya çıkan problemin en önemli sebebi de Muharrem’in dürüst bir insan olmasında saklıdır zaten. Muharrem dürüst biri olduğu için bu göreve seçilmiştir. Ama paradoksal biçimde dürüst biri olduğu için de bu göreve layıkıyla yapamaz. Saygı duyduğu, hürmet gösterdiği şeyhe karşı mahcup olmak, hata yapmak, Muharrem’de hayatı zindan eden bir endişe hâline gelerek, bu işlerin öyle dini bütün, tanrıya karşı sorumluluk hisseden biri için pek kolay olmadığı kısa sürede ortaya çıkar.
Zira Muharrem kendisine buyurulan bu görev neticesinde kendince bir düzen kurduğu ortamın dışına çıktığında, evin babası rahatsızlandığı için kirasını ödeyemeyen insanlarla karşılaşır; kirasını aksatmadıkları hâlde güpegündüz içki içenlerle… Fatura ödemek için idâreye gittiğinde diğer vatandaşlar sırada beklerken öne alınmaktan hicap duyar. Rahatsızlığını dergâhtaki yetkililere açtığında ondan güçlü olması, bütün bu sorunları kendisinin hâlletmesi beklenir. Karşılaştığı bu tavır da Muharrem’in sırtındaki yükü daha da arttırmaktan başka bir işe yaramadığı gibi sorunlar bu kadar da kalmaz. Bağlı bulunduğu tarikata yaklaşmak isteyen bir takım esrarengiz kimseler, ihtiyaçları olmadığı hâlde ve Muharrem’in gayr-ı ihtiyari fahiş fiyat vermesine aldırış etmeden ondan çuval alırlar. Muharrem kendine karşı dürüst, samimi bir dindar olarak bütün bu süreçte taşıyamayacağı türlü vebâllerle yüz yüze gelir. Muharrem’i günaha sevk eden gizemli rüyalar da başından beri vardır zaten. Bu rüyalarda hep aynı kadınla “zina eden” Muharrem, bundan dolayı bir huzursuzluğu da ayrıca duyar. Ve sonunda bu yaşadığı sıkıntılarla ilgili dert yanmaya gittiğinde Şeyhin çileye çekildiğini öğrenir.
Bu tarz varoluşsal temalı hikâyelerde bireyin izolasyonunu sağlayan kapalı bir hayatın inşaa edilmesi, anlatımı kolaylaştıran unsurlardan biridir. Söz konusu izolasyonun şekli türlü türlüdür: Bazı hikâyelerde otel olabilir, bazı hikâyelerde bir gömlekçi dükkânı, bazı hikâyelerde de kapalı Yahudi toplumu… Bazen bu izole yapı, şikâyet edilen, insanda dışarı çıkma isteği uyandıran, mutsuzluk kaynağı bir yer de olabilir. Ama genellikle dış dünyanın güvensizliğinden saklanılmak üzere inşaa edilen, içinde gizlenilen, huzur bulunan, freudyen bir ifadeyle ana rahmine tekabül eden bir yapıdır bu. Ve bu tarz varoluşsal filmlerdeki bireyin ana trajedisi, sığındığı bu steril, düzenli hayatın da aslında pek tekin olmadığı gerçeği ile yüzleşmesinden ibârettir.
Takva gösterime girdiği dönemde bazı yanlış okumalara neden olmuştu. Belki de hiç izlemeden önyargıyla yaklaşanlar Takva’ya dinî bir film olarak, izleyenlerin azımsanmayacak bir bölümü de din, dindarlık veya cemaat eleştirisi olarak okuma, kendilerini bu yönde bir algıya zorlama yanılgısına düşmüşlerdi. Oysa burada şekillenen dinsel atmosfer, sırf bireyin kendini toplumdan ve dünya gerçeklerinden sakınma hâlini, bu yöndeki bir anlatımı kolaylaştıracağı için seçilmiştir. Bu açıdan bakıldığında metaforiktir. Bireyin, hayatın gerçekliğine yüz çevirme hâline, bu saikle kendi kendine yarattığı nezih hayat tarzına tekabül eder. Nitekim bu amaçla kurulan atmosfer, benzer temalı birçok örnekteki gibi dünyevi de olabilirdi. Dolayısıyla burada din olgusuna veya dinî bir yaklaşımın kurumsallaşmış şekli olan cemaat olgusuna eleştirel sayılabilecek bir tutum aramak, filmin varoluşçu temasını gözden kaçırmak olur.
Takva, zihnin kendince yolunu bulduğu veya kurduğu düzenin dış etkenlerce bozulması durumunu, ne yapsa da kaçınamayacağını anlayan bireyin trajedisini perdeye yansıtıyor. Olanlara dur diyemeyen, edilgen bir insanın hikâyesidir bu. Muharrem toplumdan ve günahtan arınmak için içine kapanmış, Allah’a sığınmıştır. Ama kendini güvenilir sandığı bu yerdeki bir etki, onu tekrardan dışarı çıkarmıştır.
Bu tarz varoluşsal filmlere dâhil edilebilecek Takva’da söz konusu steril atmosfer, oldukça özgün bir şekilde bir yapıda, bir tarikatta, günahtan sakınma hâlinde şekillendirilirmiş. Üstelik Muharrem’in içine kapanıp kendini izole ettiği bu özgün ortam, özellikle zikir ayinlerinde ortaya çıkan yönetmenlik başarısıyla sağlanmış görünüyor. Takva’da, hem dini bir tarikata özgü insan ilişkileri hem yaratılan atmosfer, periyodik aralıklarla yinelenen zikir ritüeli olanca bir gerçekliğe seyirciyi ikna edebiliyor. Ve dergâh ortamı dışında da dindar bir insana, Muharrem’e özgü gerçeklik ve onun mütevazi dünyası, kurgusal düzleme aynı başarıyla aktarılmış görünüyor.