O beni havalara atar cebinden çıkardığı bir avuç kavurgayı bana ikram eder, bende sevinerek mis gibi içi çedeneli kavurgayı hemen yerdim. Evlerinde güzel bir yemek yapıldığında benim için Ayşe ablam hemen bir tabak getirir kapıda karşılayanlara tembih eder Yusuf yesin diye getirdim derdi. Böyle sürüp giderken mahallede hayatımız birgün Ayşe'ye bir delikanlıya söz kahvesi kesildi nişanlandı dediler. Delikanlı kelimesini ilk defa duyduğum için çok şaşırdım oysaki Ayşe ablam benim nişanlımdı onu nasıl olur da bir delikanlıyla nişanlandırırlardı. Daha delikanlının anlamını bile bilmeyen benim için büyük şok oldu. Kelimenin anlamını bilemediğim için hayaller kurmaya başladım. Delikanlı bizim Mehmet abinin masallarında ki yedi başlı ejderha gibi miydi, yoksa o canavarın altı başını uçuran, bir başını da kes diye yalvaran ejderhaya hadi ordan ben anamdan bir kere doğdum onun için bir başını bırakıyorum diye meydan okuyan padişahın en küçük oğlu gibi miydi derken, sokakta şu sözü duydum yarın Ayşe'nin nişanlısı delikanlı Ayşe'yi görmeye gelecekmiş dediler. Dediler demesine de bende bir kara düşünce alıp gitti. Ayşe abla benim nişanlımdı, ne olduğunu bilmediğim sadece delikanlı diye hitap edilen bir adam sokağımıza gelecek Ayşe ablaların evine girecek olacak şey değildi. Bir türlü gözüme uykular girmiyordu kafamdan çok düşünceler geçiyordu. Sabahı zor ettim. Uyanır uyanmaz hemen fırlatabileceğim büyüklükte taş topladım. Sokağın başına oturdum, taşlarla birlikte delikanlının yolunu beklemeye başladım. Gelip geçenler nörüyon burada demelerine aldırmadan gözüm otobüs durağında bekliyordum. Epey bir zaman sonra bir adam otobüsten indi bizim sokağa doğru yöneldi. Uzun boylu, o zamanlar moda olan İspanyol paçalı kumaş pantolon, yakaları ceketin kenarlarına taşmış sivri yakalı gömlek, ayağında çok güzel yumurta topuklu iskarpin, saçlar briyantinli, kulakları kapatacak şekilde taranmış, kaytan bıyıklı bir adam sokağa doğru gelmeye başladı. İçime doğmuştu birden delikanlı bu dedim taş mesafesine yaklaştığı anda, hey delikanlı diye bağırdım bana doğru baktı gülümsedi. Ama bende o gülümsemeye prim verecek anlayış yoktu.Benim nişanlım Ayşe ablayı kaptırmaya da niyetim yoktu.Bakmasıyla birlikte taş yağmuru da başladı. Delikanlı bir sağa bir sola çekilerek taşlarımdan kurtulmaya çalışırken onun önceden aldığı istihbarat neticesinde adımı söylemesi beni çok şaşırttı. O şaşkınlıkla durdum, nerden biliyordu ki benim adımı, hiç görmemiştim ilk defa delikanlı görüyordum. Yusuf dur bir hele tanışalım dedi, daha da çok şaşırdım, elini cebine soktu benim en çok sevdiğim şekerli leblebiler avucundaydı. Bir delikanlıya baktım, birde leblebili beyaz şekerlere. İçim gitti ama elimdeki taşı atmak istedim geriye doğru hamle yaptığımda, o bana sarılarak yanağımdan öptü. Bu samimi davranışı bana karşı babacanlılığı bendeki ona karşı olan öfkemi söndürdü. Utandım leblebili şekerleri cebime koydum, başımı okşadı, seninle iyi arkadaş olacağız dedi delikanlı. Ve yanımdan Ayşe ablalara doğru giderken delikanlı olmak böyle birşeymiş duygularıyla o günden sonra hep delikanlıca yaşamaya çalıştım.
Meğerse büyüdükçe delikanlıca yaşamanın ne kar zor olduğunu öğrendikçe daha çok delikanlıca yaşamaya gayret ettim. En yorulduğumuz zamanda bile çocukluğumdaki delikanlı sonradan adını öğrendiğim Ali Osman abi aklıma gelir hayata bir delikanlılık dersi vermek için uğraşırdık.
Hayat devam ettikçe delikanlılarla çok karşılaştım. Eski Kayseri ev düğünlerinde oğlan evinde yapılan düğünlerde delikanlıları çok gördüm. Tahta sandalyeler düzülür, lambalar asılır, şiremenliden gelen bektaş çalgıcılar grubu çalmaya başlar, müziğin sesini duyan mahallenin delikanlıları yavaş yavaş alanı doldurdu. Düzgün giyinimli, saçlar briyantinli delikanlılar düğün sahibinin buyurmaları ile oyuna kalkar şimdikiler gibi uyduruk sözlerle, utanç verici bir şekilde Ankara havaları değil , çiftetelli, harmandalı, çiçekdağı, ve fidaydaya oynarlardı. Kadınlar gibi kıvırtmadan, efendiliğini bozmadan iki kişinin karşılıklı oynamasıyla oyun biter sonra davetle iki delikanlı oyuna kalkarlardı. Adap vardı saygı vardı. Biz onları izlerken, büyüyünce bizde onlar gibi delikanlı olma hayallerini kurardık.
Çocukluk işte duramaz, kadınlar tarafına gider onların hey onbeşli onbeşli türküsüne, oy mendil oyalıda bendil türkülerine nasıl oynadıklarına bakar, pencereden bakan kadınların üzerine damdan bir kova su dökmenin keyfini yaşardık.
Ertesi sabah erkeklerin düğün alanına hemen varıp izmarit toplardık. Düğünden arta kalan keyiflerimizdendi.O zamanın Yenice sigarası kare paketiyle çok hoşumuza giderdi.Bir düğünden sonra içinde bir adet içilmedik Yenice sigara paketi bulduğumda mahallenin tüm çocukları tek tek bakarak ziyaret etmişlerdi, hala o günleri unutamayan arkadaşlar vardır.
Büyüdükçe çarşının içinde tanıdığımız delikanlı abilerimizde oldu.Kadir abi, Hayati abi gibi, onlarında delikanlılık yaşamlarında hepsi bize ders olacak nitelikteydi.Doğruydular, yardımseverlerdi, kimseye eyvallaları yoktu, bilekleri bükülmezdi, yalakalık nedir bilmezlerdi, çarşıağaları bile çekinirlerdi, polise karşı saygılıydılar, büyüklere ve küçüklere hep sevgi ve saygıyla yaklaşırlardı.Mahallenin kızlarına, kadınlarına yan bakmazlar ve bakanı da affetmezlerdi.
Gittikçe azalan bir nesil oldu delikanlılık, o kadar azaldı ki şimdilerde delikanlı bir hareket yapanlar parmakla gösterilir oldu.
Siyasette delikanlı olanlar yok gibi, olan bir kaçı da kaybolmamak için çabalasa da toplum bu delikanlılıkları kaldıramadığı için onlarda unutulup gittiler.Rüşvet yemediler tüyü bitmemiş yetimin hakkını yemediler.Milleti aşağılamadılar.Düşenin dostu oldular.
Bir lokmaları varsa paylaştılar.Yardıma koştular, ellerinden gelen her imkanı paylaştılar.
Onlar hiç müteahhit olmadılar, çürük binalar yapmadılar, yanlış yapılan binalar için rüşvet yemediler,şehrin binalar yüzünden bozulan doğayı tahrip etmediler, kedileri, köpekleri katletmediler, hele hele iş adamı hiç olmadılar, işçinin hakkını yemediler, kendi aralarında oturup şu kadar maaşla nasıl geçinemiyorlar edebiyatı hiç yapmadılar, bağlarda otururken şehirde ne sıcak demediler, Erciyes'i yonta yonta yemediler, vakıflar kurup görmemiş gibi estetikten yoksun binalar dikip, içine sığır gibi öğrenci dizmediler, cemaat olup birilerine yaltaklanmadılar, hizmet adına birilerinin kölesi , kulu olmadılar.
Ya ne yaptılar, paraları varsa verdiler, kültür , sanat edebiyat dediler, şiiler yazdılar, bu şehir evliyalar yatağı dediler ,ilim irfan öğrendiler, ebru, hat, üzerinde çalışıp şimdiki gençliğe öğretmeye çalıştılar, mal gibi bir gençlik değil, dinamik kimseye eyvallahı olmayan gençlik için uğraştılar, dergiler çıkarttılar, gazetelerde yazılar yazdılar, doğru bildiklerini yaşamaya çalıştılar, azaldılar.
Yinede yıkılmadılar....