80 öncesine dönük sol bakış açısının iyi-kötü birçok örneği mevcût. Ama bu örneklerin söz konusu döneme objektif bir katkı sunması şöyle dursun, ülkedeki siyâsal kutuplaşmayı derinleştirdikleri bile söylenebilir; çoğunun bu amaçla çekildiği bile iddia edilebilir hatta.

Zaten siyâsal alanda vuku bulan bir kamplaşmadan siyâsi filmlerin etkilenmemesi zordur. Fakât Kafes filminde söz konusu kamplaşmayı derinleştirmek maksatlı bir niyeti değil de zaten varolan bir kamplaşmanın sonuçlarını görüyoruz.

İlgili resim

Mükemmel bir filmi, dört dörtlük bir filmi incelemek çok zormuş gibi gelir bazen. Ama emin olun kötü bir filmi eleştirmek daha zor. Neresinden tutsanız elinizde kalıyor çünkü. Ama bu tarz filmlerin genelde sanatsal bir kaygı taşımadıkları da malûm tabii. Bu dönemi sol bakış açısından yansıtan filmlerin de genellikle estetik bir dokudan mahrum olduğunu, bunun aksi örneklerin çok az olduğunu belirtmek lâzım. Ama Kafes, sanatsal bir kaygı taşımadığı gibi ajitasyon bir filme göre bile bünyesinde birçok sorunu birden barındırıyor. Anlaşılan sanatsal bir kaygının dışında bir takım kaygılarla hareket edildiğinde böyle bir sonuç kaçınılmaz oluyor.

Mevzûyu Kafesi filmi özelinde ele aldığımız zaman, bu filmde de göze batan yönlerin, kayda değer, müspet yönlerinin önüne geçtiğini söylemek zorundayım. Oyuncu performansıyla, sinemasal beceri ile verilemeyen dram filmin genelinde ses ve müzikâl efektlerle verilmeye çalışılmış. Sahneler hep aynı mekânda (Ankara) Hamamönü civarında çekildiği için 70’li yıllardan ziyâde 30’lu yılları yansıtan bu dekoratif fonun fazla turistike kaçtığı da söylenebilir. Tabii Türk sinemasının alamet-i farikası sis makinesi, bu filmde de ihmâl edilmemiş. Bir de filmin esas kızını bir gecekondu mahâllesinde bıçaklatmak hangi bütüne hizmet ediyor?... Pek anlayamadım doğrusu. Veya filmin adı Kafes diye, polis nezaretini gerçekten kafese dönüştürmek realizmin hangi yönüne tekabül ediyor?

İster Kanuni dönemini anlatsın, ister Kafes filmi gibi 70’leri, bizdeki dönem filmlerinin genelinde yapılan bir senaryo hatası da söz konusu döneme bugünün gerçekliğinden bakılıyor olması. Kafes filmi de bu şekilde, bir yere gidilecekse mutlaka otomobille gidilen, devrimcilerin lüks otomobillere bindiği, zippo çakmak ile puro yaktığı, etrafındakilere kadınlar üzerinden şantaj yaptığı, hem anlatılan dönem hem dönemin yaşam tarzı üzerine pek kafa yorulmadığını gösterir anakronik işâretlerle dolu. Üstelik istisna kabilinden detaylar da değil bunlar. Buna benzer daha birçok arıza filmin geneli boyunca devam edip gidiyor. Dolayısıyla filmi bu meseleler üzerinden ele almak bir eleştirmeni epeyce zorlayabilir. Ben bu yüzden Kafes filmini müspet diyebileceğim tek bir yönüyle ele almak istiyorum.

Eğrisiyle doğrusuyla Kafes filmini, eski düşmanlıkları hatırlatmaya, bir şekilde iyileşmeye yüz tutmuş yaraları tekrardan kanatmaya çalışan bir film olarak, -belki de daha mazur görülebilir şekilde- aynı dönemi sol bakış açısıyla yansıtan filmlere sağ bakış açısının bir naziresi olarak görmek yanlış olur. Filmde, ideolojik bir art niyet taşımadığının emareleriyle mevcût. Sözünü ettiğim bir önyargının ve ötekileştirmenin bir sonucu yanlış anlamanın olmaması değil; sırf karşıtını yıpratmak amaçlı bir kastının olmaması. Dolayısıyla filmin dönemin sol-sağ kutuplaşmasına hem iyi niyetli olmaya çalışan hem de özeleştirel bir yaklaşım sergilediği bir özellik olarak kayda değer. Toplumun mânevî değerleri ile barışık bir sosyalizm modelinden söz ediliyor meselâ. 6. Filo protestolarına milli hassasiyete sahip kesimlerin dâhil olmamasının lafı ediliyor. Ayrıca dönemin Ülkü Ocakları içerisine sızan provokatörlerin teşhir edilmesi de, yine, bu kesimin kendince bir özeleştirisine tekabül edebilir sanıyorum.

Karşıt kesimlerin kendilerini, birbirlerinden öğrenmeleri, kendilerini karşıtların bakış açısından görmeleri gerekir. Bu tarz filmler bence sırf bu amaca hizmet etseler bile yeterince iyidir. O yüzden Kafes filmini, bütün kusurları bir yana solcuların izlemeleri gerekirdi. Zira sağcıları gururlandırabilecek kadar iyi bir film olmamış.