Ayaklarımın ucunda biri lacivert biri kırmızı olmak üzere iki ufak valizim, kulağımda kulaklığım otobüsün gelmesini bekliyorum. Gündelik sıkıntılar, sorular, kafamda büyüttükçe büyütmüş, onları büyüttükçe kendi içimi daraltmışım.
Bunlarla boğuşurken, önümden bir ayağı topal, yaşlıca bir adam ile üzerinde incecik ve eskimiş kıyafetleriyle onun elini tutan, 7-8 yaşlarında bir kız çocuğu geçiyor. İkisinin de başı önünde, anlamadığım bir dilde dileniyorlar. Belki merhamet belki de para, bilemem. Gittikçe uzaklaşıp gözden kayboluyorlar. Sonra, kırk yaşlarında, kısa kır saçlı bir seyyar seyyar satıcı yaklaşıyor ve usulca yanımdaki banka oturuyor. Satmaya çalıştığı esansların olduğu kutuyu da bir kenara koyarak cebinden sigarasını çıkarıyor. Yüzünde, geri dönmeyecek yılların bıraktığı çizgiler , dudağında eksik bir gülümseme, yaşadıklarına belki de yaşayamadıklarına … Hepsini içtiği sigaranın dumanında tellendiriyor.
Terminal gittikçe kalabalıklaşıyor. Bir otobüs geliyor, diğeri gidiyor. Kimileri gelenlerine seviniyor kimileri gideniyle kahroluyor, yıkılıyor. Az önce çekip giden baba ve kızın gittiği yola takılıyor gözüm sonra yanımdaki yaşlı seyyar satıcıya, gelenlere ve gidenlere… Kafam daha çok karışıyor. Derken küçük bir çocuk, annesinin yanından uzaklaşıp, yeni öğrendiği minik adımlarla bana doğru geliyor. Gülüşü hayata pabuç bıraktırmayacak kadar içten, sıcacık. Hayat dolu, hem de hayatı bilmezken henüz. Bizler bildiğimiz için mi, telaşlı,kaygılı ve üzgün, çocuklar bilmediği için mi bu kadar mutlu ?