Her insanın edebi kadar edebi değeri olduğunu bilmeliyiz. Bazı insanların düşünce ve felsefesi bize bir şeyler söyler. Bazıları ise hikmet ve irfan kaynağıdır. Kimileri boş fakat, lakırdıya meyilli okurlar içindir. Sırf herkesin ilgisine aldanır, kalabalığın peşinden sürüklenirler. Bu tip insanlar çok satar. Ama çabuk tükenir. Çünkü satılık insanlar daima aynı zamanda ucuzdur. Çünkü böyleleri çok bulunur. Bu nedenler vitrine çıkan ve albenili olmak üzere kendini tasarlayan insanlardan uzak durmak gerekir.
Bazı insanlar bilimsel kitaplar gibidir. Anlaşılmaktan hoşlanmazlar. Çünkü anlaşılır olmayı zül sayarlar. Kendileri pek bir şey söyleyemezler ama, gerekli gereksiz, ilgili ilgisiz dipnotlarla doludurlar. Talep ettikleri saygınlığı kazanmak için saygın insanları referans gösterirler. Elbette onlara tahammül ederek çok şey öğrenebiliriz. Çünkü hiç değilse bilimsel bir tarafları vardır.
Bazı insanlar, fantastik, bilimkurgu, romantik veya başka bir akım hiç farketmez, tamamen kurgudur. Bunlara da ilgisiz kalmamak gerekir. Ama bir şartla. Kendini kurgulayan insan ona inanmamızı ister. Oysa kurmaca ile gerçeği ayırabilecek zekaya sahipsek, bu istek bizim zekamızı aşağılamaktır. Çünkü biz biliriz ki Gregor Samsa diye biri gerçekte hiç var olmamıştır. Kaldı ki Gregor Samsa’nın bir sabah böceğe dönüştüğüne inanalım. İnanmak isteyenin kendi bileceği iş. Ama bu tür kurgulara inananların bir sabah uyandığında kendini öküz veya sığıra dönüşmüş olarak bulmaya hazırlıklı olması lazım. Peki neden insanlar kendileri hakkında uydurdukları çoğu zaman kurgu kurallarına uymayan, yalan olduğu aşikar absürd hikayelere inanmamızı isterler? Bu tür insanların anafikrini tespit etmek, yaşattıkları saçmalı duygusu sebebiyle zor olsa da, dikkatle okursanız kendini dev aynasında görmenin ne demek olduğunu öğrenirsiniz. Yana kendi uydurduğu yalana inanmanın ne kadar zavallı bir ahmaklık olduğunu…
Kimileri de çalıntı bir makale gibidir. Aşırdıkları fikirlerle nazarınızda etiket sahibi olmak, çuvala sığmayan bir mızrak ya da kılıfı hazırlanmadan çalınmış minare gibi beceriksiz bir intihalle gönlünüzde kariyer sahibi olmak hevesindedir. Bu sahtekarlardan korunmak için çok insan okumamız gerekir. Belki biraz da polemiklere iyi kulak vermemiz. İşte bu gibi durumlarda başkalarının ne okuduğu ve nasıl okuduğu da önem kazanır. Çünkü tecrübeyle sabittir, başkaları sizin bilmediklerinizi bilebilir ve sizin görmediklerini görebilir. Eğer birini elinde hamam tasıyla sokakta çırıl çıplak ‘evreka’ diye bağırarak koşarken görürseniz, bilin ki o sahtekarın önde gidenidir.
Bu meyanda söylenecek sözler çok. Zira türlü türlü insan görüyor, insanın bir kitap gibi hayattan biriktirdiklerini içine yazdığını farkediyoruz. Sıra kendimize geldiğinde, bizim de başkaları için bir kitap olduğumuzu düşünmüyoruz çoğu zaman. Bizi de başkaları okuyor. Beğeniyor, eleştiriyor, beğenmiyor. Öğreniyor, eğleniyor veya kaldırıp bir kenara atıyor. Kimi arkadaşlarımızın hatıraları arasında tozlu raflarda kayboluyoruz. Kimi arkadaşlarımız gözden çıkardığı için başından savacağı bir sahafa postalıyor…
Biz de insan olarak diğerleri gibi bir kitabız ama, sıra kendimize geldiğinde sayfaları hiç açılmamış, satırlarında kendi gözlerimizi gezdirmediğimiz, bazı sözlerinin altını çizmediğimiz, hiç eleştirmediğimiz, oysa öğreneceğimiz çok şeyi içinde barındıran bir kitap olduğumuzu biliyor muyuz? Bu kitabı başka birileri okuyor ama biz onu tozlu raflarda tutuyoruz. Sahi biz kitaplardan hangisiyiz? Şiir mi, roman mı, hikaye mi, yoksa her defasında yanılan bir deneme mi? Sahi hangisiyiz?...