Şıhaslan fırınında yapılan somun ekmek ve ramazan pideleri lezzeti ve tadı o dönemde yaşayanların unutmayacakları tat olarak hala anlatılır. Ekmek sıralarının en çok olduğu fırınlardandı. Ramazanda sıra kavgaları hiç bitmezdi. Şimdi ki Bürüngüz cami (İki kapılı cami) tek katlı dükkanların arkasında kalan bir yapıydı. Fırın tam onun önündeydi, camiden çıkan cemaat oradan ekmek almadan evine yada işyerine gitmezdi.
Şıhaslanın yanındaki Zümrüt pastanesi, Şam Baba tatlısını en iyi yapan yerdi. Uzunca vitrininde çeşit çeşit yaş pastaları görenin ağzı sulanırdı. Her şey doğal malzemeden yapıldığı için lezzetine doyum olmazdı. Yazın pastanenin önüne koydukları dondurma makinasından dondurma almak bizim için büyük keyifti.
Zümrüt pastanesinin ilerisinde Kanaat kitabevinde tüm gazete ve mecmualar, dergiler satılırdı. Çok hareketli bir yerdi beş basamak aşağıya inilir öyle kitapevine girilirdi. O zamanlar çok moda olan Hayat mecmuasının vereceği büyük Türk sözlüğünü alabilmek için o derginin kuponlarını biriktirirdik. Haber, magazin ve fotoğraflarla dolu bir dergiydi. Şimdilerde ünlü olan fotoğrafçıların çoğu orda adını duyurmuştu. Hiç unutmam 1961 ihtilalinde rahmetli o dönemin başbakanı Adnan Menderes’in asılma fotoğraflarını o dergide görmüştüm de çok etkilenmiştim.
Kitabevinin yanındaki Gazezoğlu kalıp kalıp buz satan bir mekândı o zamanlar hayır için büyük tenekeden sebiller yapılırdı. Önlerinde çeşmesi, içine de kalıp buz konurdu. Sebilin büyüklüğüne göre buzlar kesilir sebilin içine atılır sıcak yaz günlerinde millet içer serinler hayır duası alınırdı. Şimdikiler gibi şişe su satacağım diye sebilleri düşman gören esnaf yoktu. Ama bereket vardı.
Gazezoğlu’nun üstünde Mavi Köşe kıraathanesi camekânlı kısmı tüm meydanı görürdü. Kravatlı takım elbiseli amcalar oradan kahvelerini yudumlarken meydanı seyrederlerdi. Herkes giremezdi, müdavimleri belliydi, nezih bir yerdi. Bizde büyüyünce orda oturacağımız günleri hayal ederdik.
Kalenin meydana bakan surlarının yanında Kayserinin ilk taksi duraklarından Erciyes Taksi gıcır gıcır kuyruklu impala ve chevroletleriyle en çok dikkat çeken bir yerdi. Herkes binemezdi o dönemlerde taksiye. Durumu iyi olanlar binerdi. Bizde zaman, zaman Erkilete akrabalara giderken babam tutardı. Kırmızı kuyruklu impalaya binmek büyük bir olaydı bizim için. Gidene kadar arabayı incelerdik. Bembeyaz derili, koldan vitesli, direksiyon tek elle dönen, sedef kaplamalı göğüs kısmıyla aklımızı başımızdan alırdı. Birde pikabından o dönemin ünlülerinden plakları şoför Mehmet amca eline alır, pikabın içine koyardı. Hışş diye bir sesten sonra müziğin sesi bize geldiğinde kendimizi başka dünyalarda bulurduk. Araba fren yapıp dururken yaylanması bize ayrı bir keyif verirdi. Camlarını açmak, kolumuzu oradan çıkarmak, uçuyorum hissiyle hayallere daldırırdı. Böyleydi taksiye binmek Erkilete vardığımızda kasabanın bütün çocukları arabanın arkasından koşar bizim duracağımız yere kadar gelirler bize ve arabaya hayran hayran bakarlardı.
Erciyes taksinin ilerisinde kalenin duvarlarının yanında eski postanenin karşısında tebrikçiler olurdu. Bayramlarda ve yılbaşında büyük duvar tezgahlarına sırayla dizilmiş kartpostallara bakmaya doyum olmazdı. Başka şehirler, başka dağlar, başka denizler, görmediğimiz manzaralar bizim aklımızı başımızdan alırdı. Akrabalara tebrik kartı yazmak en güzel anılarımızdandı. Tek tek bakılarak özenle seçilen tebrik kartları, amcalara, teyzelere, abilere gönderilirdi, en çokta dönemin ünlü sinema artistlerinden Türkan Şoray, Fatma Girik, Cüneyt Arkın, Tarık Akan ve Yılmaz Güney’in kartpostalları tercih edilirdi.
Kurban bayramlarında koç kartpostalları çok ünlüydü, birde bir dönem herkesi etkileyen hakkında yüzlerce farklı rivayetler anlatılan ağlayan çocuk kartpostalı herkesin evinde vardı, o kadar ünlendi ki posterleri çıkmaya başlamıştı, minibüslerin arka camlarına asmak moda olmuştu.
Kartpostallar zarflı ya da zarfsız olarak PTT den gönderilirdi. Bize ilkokulda öğretmenimiz mektup, kartpostal ve zarf yazmayı öğrettiğinde hepimizi postaneye götürmüş, evde hazırladığımız mektup ve kartpostalları PTT’den nasıl göndereceğimiz, zarfın üzeriniz nasıl yazılacağını öğretmiş, tek tek göndermiştik.
Şimdilerde bir iş müracaatı için zarf yazamayan üniversite öğrencilerini gördükçe, öğretmenlerimize hep dua etmişizdir.