60 ve 70 yıllarda turistin en özgür oldukları dönemdi. Toplu ve tek tek gelen turistler özgürce Kayseriyi gezer istedikleri otelde kalırlar, istedikleri lokantalarda yerler, istedikleri yerden alış veriş yaparlardı. Şimdiki gibi şirketlerin kölesi durumunda değillerdi.
Kalenin içine gelen turistler kaleyi hayran hayran izlerken, biz bizden büyüklerden öğrendiğimiz yarım yamalak ingilizcemizi konuşturmaya çalışırdık. İlk gördüğümüz turiste ''yuu ar ingiliz'' derdik . Onlarda gülümseyerek yes derler değillerse Japan, Almenn , derlerdi. O dönemlerde en çok İngilizler, Almanlar ve Japonlar gelirdi. Tek tük de olsa Amerikalılarda rastlardık. Çocukluğun verdiği havayla onlarla kesik kesik konuşunca anlıyorlarmış hissine kapılırdık. Sen var gelmek gibi cümleler kurardık. Turistler hazırlıklı gelirlerdi ellerindeki kitaplardan Kayseriyle tarihi bilgiler yazıyordu. Çok donanımlı geliyorlardı Kayseri'den sonrada hemen hemen hepsi Ürgüp ve Göremeye gidiyorlardı.
Turistlerin kalenin surlarına çıkıyorlardı işte o zaman bize büyük bir iş düşerdi geneli rehbersiz geldiği için kaleyi gezdirmek bize düşerdi. Hemen onları kalenin surlarına çıkacak kapıya götürürdük. Kaleye çıkacak merdiveni beraber çıkar Kayseriydi yüksekten görme şansları olurdu. Onlar fotoğraf çekerek kalenin surlarını gezdirirdik. Bazen bizimle poz verip adreslerimizi alırlar ve gönderirlerdi.
Çok az olan turizim rehberliği yapan ingilizce bilen öğretmenlerde vardı .Bunlar bir elin parmağı gibi bir, iki, üç beşi geçmezdi. Bu rehber öğretmenler zengin turistlerle ilgilenirlerdi. Rehberler az olunca gelen turistler özellikle Türkiyeye daha önce gelmiş arkadaşlarından aldıkları tavsiye üzerine bu ingilizce öğretmenlerini bulurlardı. Bu öğretmenlerin havalarından yanlarına varılmazdı. Buldukları bu turistlere ingilizce bilenleri yaklaştırmak istemezler. Bizim bili yuu ar ingiliş dememize kendi kendilerine biçim yaparak kızarlardı. Büyüdükçe anladık ki bu iş onların para kazandıkları bir iş olduğu için yaptıklarını. Turistleri kendi halıcılarına kendi anlaştıkları lokantalara, otellere, araçlara bindirdiklerini ve bunların karşılığında o zamanların kazancına göre ciddi rakamlar kazandıklarını öğrendik. İşlerinde o kadar kıskançtılar ki etraflarına kimseyi yaklaştırmazlardı. Şimdiki turizim acentalarından farkları bunların bireysel olmalarıydı.
Kayseri gibi bir yere çok rahat tavırlar ve kıyafetlerle gelen turistler birde kalenin içine girince görmemişliğin verdiği havayla özellikle kadınlara ağzı açık bir şekilde bakılırdı. O dönemlerde moda olan mini etekli turistleri gören hacı emmilerin lan oğlum başımıza taş yağacak serzenişlerini unutmadık. Şimdi o hacı emmiler kendi milletinin daha açık saçık giydiklerini görselerdi ne derlerdi acaba diye insan merak ediyor.
Gelen turistler içinde en çok Japonlar en sempatik ve sevimlileriydi. Güler yüzlü konuşkan biz anlamasak bile gördükleri merak ettiklerini sorarlar, bizde kesik kesik Türkçe kullanarak cevap verirdik. Dışardan bu durumu gören gülmekten kırılırdı. Biz turizmi ve turisti o kadar abarttık ki, sarışın olan başı açık olan herkesi turist sanır ''yuu ar ingiliz'' diye sorardık. Hızımızı alamadığımız bir günde böyle birine
sorduğumuzda yok ben Türküm diye cevap aldığımızda çok şaşırmış içimizden böyle Türklerde varmış diye söylenerek arkadaşlara anlatmaya koşmuştuk.
Turistler yıllar geçtikçe azalmaya başladı. Sonra küçükte olsa şirketler ve rehberler aracılıyla gelmeye başladılar. O zamanlar en çok geldikleri otel Turan oteliydi. Bir turist için her şeyin bulunacağı bir yerdi. Hamamı, lüks restoranı, otelin girişinde de büyük bir halı mazası vardı . Gelen turist ordan alış veriş yapardı. Zamanla tursitlerin ayağı hepten kesildi. Ürgüp tarafında da oteller açılmaya başlayınca bu sektör Kayseri'de iyice çöktü.
Turistler Kayseri'ye geldiğinde kale içinden sonra tüm camileri türbeleri ve o dönemde ayakta olan eski evleri gezerler ve görürlerdi. Şimdilerde şirketlerin getirdiği turistleri sadece Ürgüp ve Göreme yöresinin haricinde hiç bir yeri göstermeden Kayser'iyi sadece havaalanı geçidi olarak kullanan bir yapı oluştu.
O dönemlerde çok nadirde olsa Kayseri'yi görmek için başka şehirlerden gelen insanlarda vardı. İstanbul'da yaşayan Saffet amcamız Kayseri'ye gelirken yanında getirdiği kamerayla kalenin içini çektiğinde çok sevinmiştik . Sekiz mm kamerayla çekip akşamda beyaz duvarda çektiklerini bize izlettiğinde çok hoşumuza gitmişti. Komşularda toplanmış sinema gibi izlemiştik. Amcamın aynı zamanda fotoğraf makinesı de vardı hepimizin fotoğraflarını çekmişti siyah beyaz fotoğrafları elimize aldığımızda kendimizi bir kağıt üzerinde görmek bize ayrı bir duygu vermişti. Filme ve fotoğraflarımızın çekilmesi sanki bizi film artisti yapmış havalarına sokmuştu. O dönemlerde sinema aşığı olan benim için büyük hayallere dalmama sebep olmuştu. İstanbul'a gittiğimizde özellikle amcam beni Yeşilçam sokağına götürmüş görebildiğim artis ve figüranları o zamanlar bizim için kalleş olan oyuncuları görmüştüm.En büyük hayalim Cüneyt Arkın görmekti onu görememenin üzüntüsüyle Kayseri'ye gelmiştim..