Şimdi ben de avuçlarıma bakıyorum fakat ne kaldığını sormuyorum. Çünkü biliyorum. Bir hikayem var, herkes gibi. Ve bir de, bu hikayeyi güzelleştiren, gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini asla bilmeden yaptığım, uçuk kaçık planlarım var. Hem bence hayat, insanın Tanrı’ yı gülümseten planlarıdır. Yoksa tadı olur muydu, dümdüz, hareketsiz bir hayatın?
İsyanlarım da olmuyor değil. Bu da çoğu zaman düzenin ucuzluğundan olsa gerek. Sonuçta birçok insan gibi benim de gidenlerim ve dönmeyenlerim, sevmeyenlerim, isteyip de alamadıklarım, çok üzülsem bile müdahale edemediklerim var. Ama olsun, hayat bir şekilde devam ediyor. Ay yüzünü çevirdiğinde başlayan salya sümük ağlamalarım, huzursuzluklarım ertesi sabah güneş yüzüme vurunca, yatağın dibinde biriken peçeteleri toplayıp çöpe atmamla son bulabiliyor bazen. Ve bir gün önce ağlamaktan şişen gözlerim, daha sonra çakır keyif bakabiliyor olanlara . Öğrenilmiş çaresizlik midir, bilemem ama bir kabulleniş var ortada, bu kesin. Hem de kimsenin teselli etmek için söylemediği, benim bile kendime söylemediğim ve benden bağımsızca gerçekleşen, sessiz bir kabulleniş. Hani hikayelerdeki, tüm yaşananları silikleştiren ‘‘ Ve aradan uzun yıllar geçti…’’ cümlesi gibi. Yaşadığın, kendini yediğin, sonra toparlandığın o süre zarfı bahsettiğim.
Belki bugün değişik bir huzurla yazdığım bu yazı, yarın çok toz pembe gelebilir. Şu sıra güzel geçen günlerim, yerini kayda değer olmayan günlere de bırakabilir. Bunu hiçbirimizin önceden kestirebilmesi mümkün değil. Bu yüzden galiba anı yaşamaktan başka bir seçeneğimiz kalmıyor.