de en az paradigmaların kendisi kadar önemli. Çünkü bu nedenler aynı zamanda
bu sonucu oluşturan şartlardır. Şartlar başka olduğunda sonuç değişeceğinden nedenler ve
şartların kendileri de değişecektir. Dolayısıyla görünen şeye artık başka bir pencereden
bakıldığı için görüntü de değişmiş olacaktır. Görecelilik denilen şey bu sonuçta.
Burada paradigmaları oluşturan şartlar belirleyici olduğundan insanları yargılamak
güçleşiyor. Çünkü belirleyici olan neden değiştikçe herşey değişiyor. Bunu kınadıklarımızın
başımıza geldiğini gördükçe anlıyoruz. Görecelilik kavramı her hangi bir boyutuyla
hayatımızda yerini alıyor. Kendimizi başkalarıyla kıyaslayabiliyoruz böylece. Ama
determinizm sorgulanmaya müsait birşey. İnsan, belirleyen şartlar ne olursa olsun, direnebilir.
Şartlarını belirleyemeyen bu yüzden istemediği bir hayatı yaşamak zorunda kaldığını
hissedemeyen bir insan, kendini değiştirerek şartları değiştirebilir. İşte insanın kendini ve
şartlarını değiştirebilmesi için paradigmalarını kendi elleriyle yıkması gerekiyor.
Fakat ne yazık ki paradigmalar, yerine göre insanın bilinçaltına kadar sirayet edebilen bir
özelliğe sahip. Çünkü paradigmalarımızı yakin duygusuyla sahipleniyoruz. Doğruluğundan
kesin emin olduğumuz düşüncelerin bir toplamından bahsediyoruz çünkü. Bu pencereyi
yıkıp yerine yenisini yerleştirmek için ilk başta şüphe etmek gerekiyor. Çünkü inanç
şüphe edilmeyen bilgidir. Paradigmalarımızı, yani kendi doğrularımızı putlaştırmış olma
durumundan kurtulabilmek için, doğru bildiklerimizden sürekli şüphe duymamız gerekiyor.
sorguluyoruz. Şüphenin merkeze alındığı bir paradigma daima kendini yenileyecektir.
Ancak şüphe duyduğumuz şeylere inanmaktan bahsediyor. Şüphemizi giderene kadar onu
Burada pencere metaforuyla, belki bu benzetmeyi oluşturabilmek için mecburen bir
arada kullandığım, bakmak ve görmek fiili unutulmamalı. Şunun için söylüyorum. Şüphe
duymadığımız inançlarımızla dünyaya baktığımızı sanırken, inançlarımız nedeniyle huşu
içerisinde gözlerimizi kapıyoruz. Dolayısıyla pencere de görevni olması gerektiği şekilde
yerine getirmemiş oluyor. Biz ise içinde bulunduğumuz hayattan şikayet ederken gözümüz
aslında tamamen kapalı. Bizim için yangında çekiçle kırılıp acil çıkış kapısı olarak karşımızda
duran pencereyi bir türlü kıramıyoruz. Kırıldığında canımızı kurtaracak camları, aman
kırılmasın diye sahipleniyoruz. Kendi yanışımıza acıyarak, yanıyorum diye feryat ediyoruz.
Camı kırmak için bir tek şey gerekli. Camın candan önemli olmadığını kavramak. Ama o
camı kırdığımızda başka bir yangının içine atılmamak şartıyla bu cam kırılmalı, bu pencere
devrilmeli, yani paradigmalar değişmelidir. Camı kırmak içinse cesur olmak. Cesaret; ne
gerekiyorsa gözlerini kapayarak yapmaktır. Gözü tamamen kapalı olmayan paradigmalarını
yıkamaz. Çünkü bilir ki gözü açık, yani mevcut bilinciyle, yıkmayı düşündüğü şey karşısında