Bu kitabı 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde bitirmiş olmak bir tesadüf müdür bilmiyorum. Okurken deliye döndüğüm, ağlama krizlerine girdiğim kitap,kadınlara, kız çocuklarına ve mültecilere olan bakış açımı bir kere daha değiştirdi. Savaşın yıkıntıları arasında kalmış hayatlar, umutların yok oluşu ve empati kurmanın imkansızlaştığı bir noktadayım. Kadının hiçe sayıldığı bir coğrafyada yaşıyor olmanın, bunun hayalini bile kurmanın aklıma, mantığıma sığdırılamayan bir gerçekliği var. Tüm bunları okurken aklımdan geçirdiğim tek isim ise kuşkusuz Mustafa Kemal Atatürk oldu. Onun Türk milleti ve Türk kadını için yaptıkları, söyledikleri! Kitabı bitirdiğimde bu topraklarda, Türkiye Cumhuriyeti'nde yaşıyor olmaya ne kadar şükrettim bilemezsiniz. Ne de güzel söylemişti oysa;“Bizim dinimiz hiçbir vakit kadınların erkeklerden geri kalmasını talep etmemiştir. Allah’ın emrettiği şeyi kadın ve erkek beraber olarak ilim ve kültür edinmeleridir. Kadın ve erkek, bu ilim ve kültürü aramak ve nerede olursa oraya gitmek ve onunla dolu olma zorundadır. İslam ve Türk tarihi tetkik edilirse görülür ki bugün kendimizi bir türlü kayıtları bağlı zannettiğimiz şeyler yoktur. Türk sosyal hayatında kadınlar ilim, kültür ve diğer hususlarda erkeklerden katiyen geri kalmamışlardır. Belki daha ileriye gitmişlerdir.”diye. Keşke dünyanın bütün kadınları aynı değeri görebilse... Ya da bizler gibi, mükemmel bir kurucuya sahip olabilse.

Kendi karısına kızına namus bekçiliği yapanların, söz konusu başkalarının karısı kızı olduğunda ne denli ahlaksız, fesat ve sapık düşüncelere kapıldığını da o kadar güzel ele alıyor ki kitap... İşlerine geldiğinde meşru, işlerine gelmediğinde gayrimeşru ilşkileri kendi kılıflarına göre uyduranların tam da adresi olmakta. Çocuk yaşta evlilikler ile kadınların nasıl bir hayata maruz bırakıldığının en acı tecrübesi belki de... Böyle olmamalı oysa. Değil Afganistan, dünyanın her yerinde kadınlara zulmün hep farklı bir adı var. Bunun adı bazen savaş, bazen namus, bazen ahlâk(!), bazense din. Kadınlar her seferinde farklı imgelerle aşağılanıyor. Nedenler değişiyor ama bu işin öznesi hep kadın oluyor. Kime göre peki? Kime göre din, kime göre ahlâk, kime göre namus? Ya da hangi çıkarın sonucunda kadın savaş mağduru oluyor?Kadın her zaman kirli siyasetin gayrimeşru bedeni oluyor. Hiç biri kendi isteği ile kuma gitmeyi kabul etmiyor. Hiç bir kız çocuğu kendinden 40 yaş büyük amcalarla(!) evlenmeyi kabul etmiyor. Hiç bir kadın kendisine dayak atılmasından ve bunun dinî bir emirmiş gibi yerine getirilip, salak yerine konmaktan hoşlanmıyor. Üzülerek söylemek istiyorum ki kitabın sonlarına doğru bunca acıya, çileye, aşağılanmaya, küçük görülmeye, şiddete dayanan kadının; kumasının ölmemesi için kocasını öldürdüğü olay, insana derin bir “oh” çektiriyor. Kadın dayanışması başka nasıl anlatılabilirdi ki diyorum kendi kendime. İki farklı hayatı birbirine tutunduran güç... Üzerine gelen başka bir kadını, üstelik kızı yaşındaki bir kadınıdost yapan hayat...

Böylesi güzel kitabı okumanın insana çok şey katacağı düşüncesiyle herkese tavsiye ediyorum. Hayatımızdaki bazı değerleri kaybetmeden, sahip olduğumuz bunca güzel şeyin varlığını hatırlamak adına keyifli okumalar dilerim.