görenlerin kalmadığı bu ihtiyar dünyada, “Acaba niye çağrılıyorum?” diye bastonuna dayana dayana düşünceler içinde Saraya gider... Bakar ki “Divan”da bir soruşturma heyeti kurulmuştur... Kadılar, ulema, müftüler, o günün vükelası... Sinan’a şöyle derler: 

-Sinan Ağa, hakkında şikayet var. Eve su almak yasaktır. ‘Hiç kimse evine özel olarak su almasın’ diye padişah fermanı olduğu halde, sizin evinizde özel su hattı varmış öyle mi? “Şu fermanı görelim!”

-Evet, der Koca Mimar: Cihan Padişahı bana öyle özel olarak müsaade etmişti. İstanbul’a yaptığım, su hizmetinden dolayı sadece benim şahsıma mahsus su müsaadesi vermişti.

-O zaman şu müsaadenizi, fermanı görelim de, kimseye verilmemesine rağmen, sizinki devam etsin. 

Sinan’ın cevabı şu olur: 

-Ben o zaman Cihan Padişahından ferman istemekten hicap etmiştim. Fermanım falan yok, ama su benim evimde akıyor.

Divan müşkül durumda kalır, konuşmalar olur: 

-Sinan büyük hizmetler etmiştir, evinde suyu aksın!.. 

Divanda uzun münakaşalar olur, son olarak verilen karar şudur: 

-Sinan gibi diğer hizmet edenlerin de evine su bağlanamayacağına göre, suyu kesilmeli, fakat şimdiye kadarki için de bir cezaya mucip olmamalıdır... 

Bu karardan sonra Sinan evine gelir. Üzgün, bezgin, fakat fazla müteessir değildir. Çünkü o, hizmetini Allah için yapmıştır. Kendisine bir ayrıcalık tanınsın, özel bir mükafat verilsin diye değil... 

“Hiç müteessir değiliz” 

Ve Koca Sinan 100 yaşına girerken hastalanır yatağa düşer. Vefat sırasında bir bezi suya batırıp da dudağına çalmak isterlerken bakarlar ki, evindeki musluktan su akmıyor. İstanbul’a su getiren Sinan, susuz evde vefat eder. Vefat sırasında bu olayı başında konuşanlara verdiği cevap enteresandır: 

-Biz hizmetimizi dünyada bir bardak suya satacak kadar menfaat düşkünü değiliz. Biz hizmetimizi Allah için yaptık ve mükafatını da ahirette bekliyoruz. Dünyada evimize su verilmediği için müteessir değiliz.

Bir adam gelir ki ibadetin ibadet olduğunu görürsün. İlahi aşkın nasıl alevlendiğini ve nasıl olması gerektiğini görürsün. İnandığı için elindeki sayısız imkandan vazgeçtiğini görürsün. Bir başka adam ki ibadetini sadece çıkar ve kaçak duygular üzerine kurmuştur. Bu noktada ülkemizdeki ibadetin ne kadar gerçek ve doğru olduğunu görüyoruz. Ülkemizde cemaatlerin sayısı oldukça fazla. Bu cemaatlerin dershaneleri, fabrikaları, okulları, gazeteleri ve bir çok kurum kuruluşları var. Onlara ait bu kurum kuruluşlar İslam mantığı ile işlediğini söylüyor. Bununla birlikte bu kurumlarda ibadet etmeyenler çok fazla rağbet görmüyor. Tabi olaya o taraftan bakmak çok iyi olmaz bizim için. Bugün hangi cemaat mensubu bir çıkarı olmadan cemaatin içinde yer alıyor. Ya da hangi öğrenci çıkarı olmadan cemaat ile bağlantıda oluyor. Cemaat evinde kalan öğrenciler ile konuşuyorum.

-''Neden cemaat evinde kalıyorsunuz?'' diye soruyorum.

-''Bana iş bulacaklar, çevreleri çok geniş, cemaati seviyorum'' gibi yanıtlar geliyor.

Tabii ki hepsi çıkarcı değil. Fakat belli bir kitle var ki sadece onların yanında iş bulabileceğini düşünüyor. Bu da onların gerçekten ibadet etmediğini gösteriyor. Yani Mimar Sinan'ın yaptıklarına bakarak bugün yapılan ibadetlerin, dindar kesim dediğimiz cemaatlerin gerçekten de dindar olmadığını görebiliriz. Bizim ülkemizde gerçek anlamda ibadet eden ne kadar insan  vardır bilinmez. Allah katında hangi ibadet hangisi çıkarcıdır o da bilinmez. Fakat hadisler ve ayetler göz önüne alınırsa bugün toplum olarak iyi durumda değiliz.