Her gün şehit haberi, sönen ocaklar, dul kalan genç kadınlar, yetin kalan kundaktaki çocuklar, nişanlısını kaybeden genç kızlar, gözü yaşlı analar babalar artık kanıksadığımız haberler haline gelmişti. Üstelik bu vahşi durum neredeyse kanıksadığımız bir hale gelmişti. 

Bu gidişata dur diyecek birinin çıkacağına dair hiç kimsenin bir beklentisi ve umudu yoktu. Çünkü artık barışılması imkansız bir kan davası vardı. Bir tarafta Türkiye Cumhuriyeti devleti, diğer tarafta terör örgütü.

Nasıl oldu da bu terör örgütü müslüman Kürtler arasında bile bu kadar nüfuz sahibi oldu. Sadece silah zoru değildi elbette. Ceberrut devlet anlayışının kimi yanlış uygulamaları, ya da kimi yetkililerin durumdan vazife çıkararak yaptığı yanlışlar terör örgütünün propagandasına adeta katkıda bulundu bazı zamanlarda ve dönemlerde.

Bendeniz de olağanüstü hal bölgesi uygulaması döneminde, 1994-1996 yılları arasında doğu Anadolu’da ücra bir ilçede askerlik görevimi yaptım. Arazi koşullarını, oradaki halkın sosyolojik durumunu, siyasi bakışını, devlet ve terör örgütü karşısındaki duruşunu, bu duruşun mezheplere göre değişimini vesaire, aklımın erdiği kadar gözlemledim. Çatışma nedir, karakol baskını nedir, kandırılmış gençler nasıl dağa çıkar, oradaki çaresiz vatandaş nasıl terör örgütüne destek verir, halk nasıl devlet ve terör örgütünün iki yönlü baskısı altında kalır ve inim inim inler, yukarı tükürse bıyık, aşağı tükürse sakal halini sürekli yaşamak nasıl bir şeydir az çok bilirim. Oralarda bu vatan, bu bayrak için ölmeden gelmiş olmam da yalnızca Allah’ın yazdığı kader ile ilgili. Çünkü benim askerlik yaptığım dönemde, aynı bölgede belki binlerce genç şehadet şerbetini içti. 

Terör eylemlerinin, kan dökülmesinin nasıl bir şey olduğunu uzun yıllar unuttuk. Yaşı otuzun altında olan hiçbir Türk ve Kürt genci, PKK’nın mevcut olmadığı bir Türkiye’nin nasıl bir ülke olacağına dair fikir sahibi değil. Artık canımızı burnumuza getiren bu çatışma ortamı canımıza tak etti. Ama kandan beslenenler bu işin kesinlikle çözümlenmemesi üzerine kurulu ikballerini kaybetmemek için yeniden devredeler.

Ak Parti hükümetinden bunalan bütün muhalif kesimler 7 haziran seçimleriyle bir nefes almıştı. Kurulması muhtemel bir koalisyon hükümeti veya bir erken seçim Türkiye’nin siyasetinde gerilen ortamın gazını alacak diye düşünüyor ve ümit ediyordum. Öyle de olması gerekiyordu. Lakin dediğim gibi kan ve gözyaşından beslenenler buna rıza gösteremezdi. Nitekim bayramın hemen ardından Türkiye adeta bir kan gölüne dönüşüverdi.

HDP denilen siyasi oluşum, Türkiye’deki bir kısım Türk sosyalistleri için umut kapısı olma iddiasıyla meydanlara çıktı. Yalnızca Türk sosyalistlerden değil, Selahattin Demirtaş için özel olarak oluşturulan imajın etkisiyle apolitik gençler bile bu seçimde oylarını HDP’ye verdiler. Çünkü demokrasi ve barıştan başka bir söz ağzından çıkmayan, genç bir lider olarak Selahattin Demirtaş Türk siyasi hayatı için bir yenilik bir umut vaadediyordu.

Bayramın hemen ardından, gün batar batmaz hortlayıveren bir hayalet gibi yeniden hortlayan terör eylemleriyle karşı karşıya kaldık. Barışla ilgili tüm iddia ve vaadlerini adeta çöpe atan HDP, Türkiye’nin yeni baş belası IŞID’ı bahane ederek sanki kendisi sütten çıkmış ak kaşıkmış gibi davranmaya başladı. Demekki yüzsüzlük yalnızca yolsuzluk ve hırsızlık yapanlara mahsus değilmiş diye düşünmeden edemiyoruz. Çözümsüzlüğe doğru hızla yol alırken, barış güvercini maskeleri düşüyor ve karşımıza utanmaz arlanmaz bir leş kargası çıkıyor. Bundan sonra barış çağrılarına nasıl inanacağız bilemiyorum.

 

NOT: Lütfen algılarımızı açık tutup uyanık olalım. Çünkü tüm olup bitenler Türkiye’nin terör meselesini çözmesini engellemek üzere kurulu tezgahlarla ilgili. Hamaset ve hamakate kapılırsak o hesaplara hizmet edeceğiz.