Sonra İngiltere’nin en ünlü yayınevlerini fuara katılma zahmetinden ve

bir sürü bürokratik teferruattan kurtarmak için, kendilerinin haberi dahi olmadan sadece isimlerini

afişlere yazarak fuara dahil etmişler. Canım ille de bizzat yayınevinin mi katılması lazım. O

yayınevlerinin kitapları zaten kitapçılarda yok mu? Koyarız gider demişler.

Londra Büyükşehir Belediyesi ve Londra il milli eğitim müdürlüğü ile işbirliği halinde

okullardan öğrencileri fuara taşıyarak, katılımcı sayısının yüksek görünmesini sağlamışlar.

Bu stratejinin işe yaradığı açık. Londra kitap fuarı bütün dünyada basında yer buldu. Biz

o kadar gelişmiş bir memleket olmadığımızdan bu tür katılımcı sayısıyla ilgili stratejileri

sadece darbecilerimizi karşılamak için kullanırdık. Ben hatırlıyorum. Kenan Evren’in bütün

Türkiye’yi gezdiği günlerde ilkokul çocukları ellerine bayrak tutuşturulmuş şekilde protokol

yolu boyunca saatlerce bekletilirdi. Sonra da gazetelerde “halk coşkuyla karşıladı” haberleri

yapılırdı. Çocuklar halen işe yarıyor. Baksanıza Londra kitap fuarında bile çocukların

kalabalığından istifade edilmiş.

***

Hunat Medrese’sindeki kitap fuarını şöyle bir dolaştım. Kimlerin, hangi amaçla, hangi

beklentilere matuf bu işi yaptığını, düzenlediğini de gayet iyi biliyorum. Hem de perde

arkasıyla beraber. Onun için iler tutar yanını bulamayıp dalga geçmeyi tercih ettim.

Fuarda bizi karşılayan yetkililerden birine “hacı yağına kasnak atma standınız nerde”

diye sordum, bön bön yüzüme baktı. Kardeşim Anadolu Fuarı’nı görüp gezmemiş, sigaraya

kasnak atmamış, vazoya pimpon topu girdirmeye çalışmamış adamlar kitap fuarı hazırlıyor.

Yanıbaşımızdaki Adana’da, Sivasta, hadi biraz uzak, şu günlerde İzmir Tüyap kitap fuarını

görmesini beklemek biraz fazla gelecek. Evlere şenlik.

Birader afişinizin altında onca resmi kurumun imzası var. Belli ki içinizde belli bir yaşa

gelmiş adamlar da vardır. Şu Kayseri’de yaşayıp gençliğinde ya da çocukluğunda büyük

sinemanın önünde Pazar günleri kurulan kitap fuarını göreniniz yok muydu?..

Milli İçkimiz

Milli içkimiz meselesi çıktı şimdi de. Rakı mı, ayran mı? Bira olmaz mı? Milli içki

üzerinden rejim tartışmaları da doğacak. Öyle ya imam hatipli başbakan milli içkimiz ayran

diyecek, Atatürk’ün sevdiği rakıya laf edecek. Olmaz öyle şey. Bu işin ucu laiklik elden

gidiyor teranesine kadar gider. Hepimiz alkoliğiz sloganıyla sokağa dökülenler bile çıkabilir.

Star gazetesinden Ahmet Kekeç de konuya farklı bir boyut kazandırmaya çalışmış. Bizim

milli içkimiz ne rakı ne ayrandır diyor. Çayı ön plana çıkarıyor. Tamam milli içki olma

hususunda çay rakı ve ayrana alternatif olabilecek bir seçenek. Ama Kekeç’in bilmediği

ve görmediği başka bir husus var. Çayın içindeki aktif madde. Yani tein. Başbakan ayran

derken çayı düşünmemiş ve hesaba katmamış olabilir mi. Mümkün değil. Ama ayran özel bir

tercih. İçinde öyle nikotin, kafein ya da tein gibi bağımlılık yapan bir madde yok. Olsa olsa

bakterilerden sözedilebilir. Ona da sıra gelene kadar daha vakit var.

Ama çayın bu tür polemiklerde konu olması, üstelik konuyla ilgisi yokken dahil edilmesi

riskli. Malum başbakan nikotine duyduğu tepkiden dolayı memleketi dumansız hava sahasına

çevirdi. Teinden ve zararlarından yola çıkarak ince belli bardaksız kara sahasına geçiş yapmak

aklına gelmez inşallah.

Ne tartışırsanız tartışın. Milli içki ister gilaburu suyu olsun, ister rakı isterse ayran. Ama

ne olur çayı tartışmaya dahil etmeyin. Çünkü çay Ahmet Kekeç’in düşünemeyeceği kadar

muhalif, arıza bir içecektir. Solcu devrimciler için barda çav bella eşliğinde içilen bira neyse,

İslamcı devrimciler için de neşet Ertaş dinleyerek çay içmek aynı etkileri yapar. Devrimlerin

mekanı solda ne kadar barsa, İslamcılarda da çay ocaklarıdır. Aman kimse duymasın...