Bir parti sloganı: “Savaş barıştır, özgürlük köleliktir, cahillik güçtür” ve “Düşünce suçu, ölümü gerektirmez: Düşünce suçunun kendisi ölümdür.”
Evet. Selamlar sevgili okur; 1984 George Orwell ‘ in distopik yani hayal ettiğimizde yaşamak istemeyeceğimiz eserinden bahsedelim. Okudukça okur insan ve sonra der ki: “ günümüz penceresinden de gözlemliyorum yaşanılanları…” o kadar sevdim ki bu kitabı, sizin de okumanızı tavsiye ederim.
1984’ ü şöyle bir anlatacak olursam ki umarım büyüsünü bozmam sizler de merak eder okursunuz.
O halde başlayalım. Eserde Okyanusya diye bir ülke var ve bu ülke bir polis ve parti devleti. Parti sloganı ise “SAVAŞ BARIŞTIR ÖZGÜRLÜK KÖLELİKTİR CAHİLLİK GÜÇTÜR” Okyanusya’da “Büyük Birader’in” yönetiminde kurulan ve “ingsos” (İngiliz Sosyalizmi) ideolojisine göre yönetilen devletin en temel amacı Okyanusya halkını kontrol edip, Parti varlığını sürdürmektir. Bu amaçla “polis devleti” olan Okyanusya’da herkes izleniyor. Büyük Birader’in her şeyi kontrol eden gücü ve toplum mühendisliği ile dış dünyadan tamamen bağımsız bir halk yaratılıyor. Öyle ki Okyanusya halkı sadece dış dünyadan değil kendi ülkesinde bile neler olup bittiğini anlamayan insanlardan oluşuyordu. Okyanusya’nın tek hakimi olan Büyük Birader’in emrinde, toplum mühendisliği yapan dört bakanlık vardı. Bu bakanlıklar, oda sayısı sadece yer üstünde üçer binden oluşan üç binada konuşlanmıştı: Haberler, eğlence, eğitim ve güzel sanatlara bakan Gerçek Bakanlığı (kahramanımız Winston Gerçek Bakanlığında çalışmaktadır); Savaşlarla ilgilenen Barış Bakanlığı; Yasa ve düzeni sağlayan Sevgi Bakanlığı ve Ekonomi işlerinden sorumlu Varlık Bakanlığı oluşturulmuştu.
Biri Bizi mi İzliyor?
Büyük Birader’in gözleri her yerdeydi. Ve her yerde kulağı vardı. Hep sizi izleyen o gözler ve sizi sarıp kuşatan o ses. Uykuda ya da uyanık, çalışırken ya da yemek yerken, içeride ya da dışarıda banyoda ya da yatakta… Kaçış yoktu. Kafatasınızın içindeki birkaç santimetreküp dışında, hiçbir şey sizin değildi. Bir de tele- ekranlardan ve hayatınızın içine her an girecek olan ajanlar ve düşünce polisleri, evet yanlış duymadınız düşünce polisleri: partiye aykırı veya partinin emirlerini yerine getirmeyenleri tespit ediyor sonrada Okyanusya’da adına “buharlaştırmak” denilen yöntemle “asi” kişi ortadan kaybediliyordu. Ortadan kaybolan kişinin bütün kimlikleri başta olmak üzere yaşamış olduğuna dair bütün kanıtlar yok ediliyordu. Böyle işler hep gece yapılırdı; tutuklamalar her zaman geceleyin gerçekleşirdi.
Buharlaşan İnsanlar…
Winston’un deyimiyle; “Ansızın irkilerek uyanmak, hoyrat bir elin omuzunuzu sarması, gözlerinize tutulan ışıklar, yatağı çevreleyen acımasız yüzler Çoğu zaman ne yargılama olurdu ne de tutuklama raporu tutulurdu. İnsanlar ortadan kayboluverirdi, o kadar. Adınız kayıtlardan silinir, yaptığınız her şeyin kaydı yok edilir, bir zamanlar var olduğunuz bile yadsınır, sonra tümden unutulurdu. Alışılmış deyimle buharlaşırdınız.”
Partinin en büyük hedeflerinden biri de içinde bulunulan zamana uygun olan politikayı halka kabul ettirmek, söyleneni doğru kabul ettirmekti. Eğer başka herkes Parti’nin dayattığı yalanı kabul ediyorsa ve bu bütün kayıtlara geçiriliyorsa. Yalan tarihe geçecek ve gerçek olacaktı. Nitekim parti sloganı olarak “ geçmişi denetimi altına tutan, geleceği de denetim altında tutar; şimdiyi denetim altında tutan, geçmişi de denetim altında tutar diyordu. Önemli olan tek gerçek kendi belleğinize karşı sonu gelmeyen zaferler kazanmanızdı. “Gerçeklik denetimi” deniyordu buna. Yeni söylemde ise çift düşün… Okyanusya’nın dili bozuk bir İngilizce olan yeni söylemdir. Parti tarafından yaratılmış bir dil.
Winston’un ne iş yaptığını sorarsanız? Okyanusya’daki bütün bakanlıklar ve alt kollarının görevi halkı manipüle etmektir. Kahramanımız Winston ise “Gerçek Bakanlığında” medyanın kontrolü ile ilgili çalışıyordu. Winston’unun odasına her gün görevinin yazılı olduğu mektuplar geliyordu. “ Winston açmış olduğu dört kâğıt parçasına göz attı… Aldığı mesajlar, şu ya da bu nedenle değiştirilmesi gereken ya da resmi deyimle düzeltilmesi gerektiği düşünülen haberler ve makalelerle ilgiliydi. Örneğin 17 Mart tarihli Times’a göre, Büyük Birader önceki günkü söylevinde Güney Hindistan cephesinde yeni bir gelişme olmayacağını, ama kısa bir süre sonra Avrasya’nın Kuzey Afrika’da saldırıya geçeceğini ön görmüştü. Gel gör ki, Avrasya Başkomutanlığı saldırıyı Güney Hindistan’da başlatmış, Kuzey Afrika’ya hiç dokunmamıştı. O yüzden Büyük Birader’in söylevinin bir paragrafını yeniden kaleme almak, ön görüsünü gerçeğe uygun kılmak gerekiyordu.
Eserde; dünya üç devlete bölünmüştü. Bu üç süper devlet dünyayı kendi aralarında bölüşmüşlerdi. Avrupa, Rusya tarafından, Britanya İmparatorluğu’nda Birleşik Devletler tarafından ele geçirilmişti. Üçüncü devlet Doğu Asya ise, ancak on yıl kadar süren karışık savaşlardan sonra ortaya çıktı. Üç süper güç arasındaki sınırlar kimi yerlerde rastgele oluşmuştur. Kimi yerlerde savaşın gidişine göre değişir ama genellikle coğrafi konuma uyar.” Modern savaşın tek amacı GENEL YAŞAM DÜZEYİNİ YÜKSELTMEKSİZİN, MAKİNELERİN ÜRETTİKLERİNİ TÜKETMEKTİR.” Bu cümle beni defalarca düşündürmüştü.
Düşündüren diğer cümleler ise; “ Özgürlük iki kere iki dört eder diyebilmektir. Buna izin verilirse arkası gelir.”
“Sonunda Parti iki kere ikinin beş ettiğini söyler, sizde buna inanmak zorunda kalırdınız… Sapkınlıkların sapkınlığı sağduyuydu.”
Daha ne cümleler var öyle ki insan bu tür cümleleri düşünmekten kendini alıkoyamıyor. Ama o düşündürücü ve sorgulayıcı tarafları keşfetmeniz için daha çok ayrıntı veremiyorum. Kitabın sonu nasıl bitiyor diye sorarsanız?
Winston İşkenceden Sonra...
Winston, bir gün televizyon ekranından, Okyanusya’nın, Afrika’da büyük bir zafer kazandığını duyar, önceleri, bu tür haberlere inanmazdı, ama şimdi inanır. Beyin yıkama işlemi ve şok tedavisi başarılı olmuştu. Winston, ruhunun derinliklerinde. Büyük Biraderi artık gerçekten sevdiğini anlar. Winston artık parti tarafından ele geçirilerek işkencelerle sisteme uygun bir vatandaş oluverir.
Daha bir sürü ayrıntıyı merak ettiyseniz haydi! İyi okumalar…