Yani üniversitelerde uygulama derslerinin az olması konusunda biraz daha ayrıntıya gireceğim. Hani derler ya ne kadar çalışırsan çalış yapamadıktan sonra bir anlamı yok. Buda onun gibi bir şey. Ne kadar ders görürsen gör uygulayamadıktan sonra hiçbir anlam ifade etmiyor. Ben hep kendi derslerimden örnek vererek konuşuyorum da. Olayı en iyi o şekilde açarım diye düşündüm. Çünkü bu durumun en fazla görüldüğü yer İletişim Fakülteleri. Yani bir İletişim Fakültesi öğrencisi olarak bu durumu bu örneklerle açıklıyorum.
Sadece teorik derslerin olup da uygulama derslerinin olmaması değil, iş hayatımızda veya başka kulvarlarda kullanmayacağımız dersler de veriliyor. Bununla birlikte birçok şey de sayabiliriz. Fakat temeline baktığımızda bun durumun varlığını görüyoruz. Arkadaşlarla görüşüyorum, konuşuyorum. Sürekli istişare ediyoruz. Bu konu ile ilgili sürekli sorguluyorum bir şeyleri. Bütün öğrencilerden fikir alıyorum. Uzun zaman bu tarz şeyleri yaptım ve bir sonuca ulaştım. Ulaştığım sonuç ise anlattıklarımdan farklı değil. Yani şöyle söyleyeyim genel olarak uygulama derslerinin olması isteniyor. Uygulama dersleri olduğu zaman daha verimli olunacağı düşünülüyor. Aslında yanlış bir düşünce değil. Her şey görsellik ile oluyor.
İnsanlar iletişimini dahi görsellik ile oluşturabiliyor. İletişim bilimine göre insanların karşılıklı iletişiminde söz yüzde 7 beden dili ise yüzde 52 etkili. Bu demektir ki insanlar sözlerden çok görsellik ile iletişim kuruyor. İletişimimizi bile görsellik ile kuruyorsak derslerimizi neden görsel olarak almıyoruz. Sadece söz üzerinden giderek eğitim veriliyor. Bu eğitim tarzı öğrenilenlerin az olmasına neden oluyor. Bilim insanların görsel olarak öğrenme yetisinin yüksek olduğunu söylüyor. Bizde hala söze dayalı teorik dersler veriliyor. Uygulamaya dayalı görsel derslerin verilmesi bu bağlamda öğrenciye daha çok şey öğretecektir. Bu durumun da nasıl olduğunu açıklayabildim umarım. Yani uygulamalı derslerin görselliğe dayandığı. Görselliğin de insanlarda kolay öğrenmeyi sağladığını anlatabildiysem ne mutlu bana.
Engelleri Aşmak
Önceki gün Melikşah Üniversitesinde düzenlenen bir turnuvaya katıldım. Turnuvada 6 takım vardı ve bu 6 takım kıyasıya mücadele ediyordu. Bu takımların mücadeleleri beni öylesine etkiledi ki adeta tüylerim diken diken oldu. Saatlerce oturduğum yerden izledim oları. Mücadeleleri öyle inançlı ve içtendi ki, vaziyetlerinden daha çok ilgi çekiyordu. Öyle içten oynuyorlardı ki yürekleri görmeyen gözlerinden daha iyi görüyordu. Onlar öylesine yürekliydiler ki hiçbir Engele aldırış etmeden sabah sekiz buçuktan aksam üç buçuğa kadar durmadan mücadele ettiler.
Kolay değil saatlerce maç yapmak. Bu maçları yaparken de engellere aldırış etmemek. Turnuva görme engelliler için düzenlenmişti. Onların engelleri nasıl aştıklarını herkese göstermek ve onların yanında olmak için düzenlenmişti. Onlar da turnuvayı düzenleyenlere bu engelleri nasıl aştıklarını yaptıkları mücadele ile gösterdi. Rabbim herkese engellilere karşı duyarlı olabilmeyi ve onların yanında olmayı nasip etsin.
Hüzün ve Sağanak
Geçen hafta başladığım her hafta bir kitap tanıtacağım kitap köşemde bu hafta İsa Yar’ın ‘Hüzün ve Sağanak’ adlı şiir kitabı var. Kitap gayet açık bir dil ile yazılmış. Her konuda şiir var ve hepsi ayrı güzel. Fakat ayrılık ve yalnızlık üzerine yazılan şiirler bir farklı. Birde sonra Rubailer ve Mısralar bölümü var orası da gayet güzel. Herkesin kolayca 1 saat içinde okuyabileceği bir kitap. Özellikle yalnızlık çekenlerin edinmesi gereken bir kitap diye düşünüyorum. Sayın Selim Tunçbileğe bu kitabı bana hediye ettiği için teşekkür ediyorum.