İlkokulla ilk telaşlar, liseyle ilk heyecanlar, sıcacık dostluklar falan derken şimdi ise damdan düşer gibi üniversite için Kayseri’deyim. Üstelik 3. sınıf oldum. Allah’ım zaman ne çabuk geçiyor ? !
Şimdi bu konuya nereden geldim? Beni bunca telaşa sokan, gelgitler yaşatan, kısacası bu kadar ünlem dolu cümle kurmaya iten şey, en son 10 sene önce görüştüğüm arkadaşımdan gelen bir mesaj oldu. Mesajı gördüğüm anda yaşadıklarımı şöyle sıralayabilirim : Göz bebeklerim ekrana kitlenmiş bir vaziyette, kafam 10 yıl öncesinde. Üzerimde yeşil ilkokul formam. Arkadaşımla el ele okulun arka bahçesindeyiz ve arkamızda Hatice öğretmenimiz, fotoğraf çektiriyoruz. Flaş patlarken peynir demiyoruz.
Sonra okul zili çalıyor, koşarak çıkıyorum merdivenleri. Bin bir aşkın isyanın şahidi olmuş, kahverengi sırama oturup Elif’e doğru dönüyorum. Kesik konuşmalar, gülüşmeler filan derken, ekrandaki ” Eee, hep ben anlattım. Sen neler yaptın? ” sorusuyla kendime geliyorum. Yazdıklarına bakıyorum. Ağzımda kocaman bir ‘’ Vaay Bee ! ‘’ çıkıyor. Demek ki aklımın bir yerinde hatırlanmayı bekleyen bir dostum varmış. Üstelik onca zaman adının geçmemesine rağmen vallahi özlemişim.
Kapıyı bize her defasında gülümseyerek açan babaannesi birkaç yıl önce vefat etmiş. Kız kardeşi okulu bırakmış ve şuan nişanlıymış. Onların komşusu ve ikimizin de ortak arkadaşı olan Derya’yla da kopmuşlar. Artık görüşmüyorlarmış. Vee kendisine gelince, görücü usulü bir evlilik yapmış. Düğününü görür gibi oldum bir an. Romenlerin kendilerine has, büyük bir özenle süsledikleri bir deve canlandı gözümde. Ve üstünde sokak sokak gezdirdikleri abartılı bir makyajın içinde kaybolmuş, kocaman çiçekli tokası topuzunun sağına iliştirilmiş bir sarışın gelin. Arkasında akrabalardan, komşulardan oluşan, ellerindeki tepsilerde gelin ve damadın çeyizlerinden ufak parçalar taşıyan, darbuka, davul ve zurna sesleriyle ilerleyen bir kervan . Arkadaşım beyaz dişleriyle kocaman gülümsüyor. Yani sonradan fotoğraflarına baktım da yanılmamışım. Gözümün önünde canlanandan pek de farklı değilmiş düğünü.
Ama çok mutluymuş. Öyle dedi. Çünkü hem eşi çok iyi biriymiş hem de ailesine uzak değilmiş. Çalgıcılığa da aynen devammış. İstanbul’dalarmış hala. Beyoğlu Emniyete yakınmış evleri. Bir gün beni misafir etmeyi de çok istermiş. Ben de çok isterim dedim.
Hem gerçekten istiyordum. Çünkü aradan onca zaman geçti. Ve muhabbetimize aynı sıcaklıkla devam edebiliyorduk. Konuşurken çok rahattım. Üstelik konuştukça gün yüzüne çıkan, zamanla unuttuğum bir sürü güzel anımız varmış . Bir bir hatırladım. Sanki bilgisayar başında değil de yine kantinin önündeki banklardan birine oturmuş, biriktirdiklerimizi 10 dakikalık bir teneffüse sığdırma telaşıyla ya da belki de unuturuz korkusuyla hızlı hızlı anlatıyorduk.
Okul zili çalmadı ama sahur için kurduğum