Hal böyleyken vatan, millet sevgisi ve bunun etrafındaki bütün konuların da son derece tartışmaya açık olması, kutuplaşmaların yaşanması, ihtilafların bulunması da normal karşılanmalı. Çünkü zaten olan bu. Vakıayı kabullenmekte zorlandıkça, ihtilafların giderilmesi, kutuplaşmaların, ötekileştirmelerin ve düşmanlıkların önüne geçilmesi, problemlerin çözülmesi de adeta imkansızlaşıyor. 

Üstelik ayrışmalara, kamplaşmalara yol açacak bahane bulmak için o kadar çok sebebimiz var ki. Biri bitmeden öteki gündeme geliyor. Sürekli birbirimizle çatışarak, kavga ederek, yerine göre kurşun sıkarak, küfrederek, düşmanlık besleyerek yaşamak zorunda kalıyoruz. Herkes tarafını belirleyip, safına çekiliyor ve cepheler sürekli bir saldırıyla gün geçiriyor. Kaybedenin, aslında adına bütün bu mücadelelerin yaşandığı millet ve o milletin birlikte yaşadığı vatan olduğu gözden kaçıyor. İşte bu gözden kaçırmanın gaflet mi, dalalet mi, yoksa ihanet mi olduğuna karar vermek günbegün zorlaşıyor. Tarafların birbirini itham ettiği şeylerden bazıları da bunlar oluyor işte. Gaflet, dalalet ve ihanet...

Kim bu ülkeyi ve milleti gerçekten seviyor? Tuttuğu partinin görüşlerinden, parti liderinin kanaatlerinden, kendi safından, ideolojisinden, düşmanlıklarından vazgebilecek kadar bu milleti seven var mı? Yoksa herkes bugüne kadar yaptığı gibi, bu ülkeyi sevmenin, milleti sevmenin tek belirtisini kendi safında, kendi yanında görmekten ibaret olduğunu düşündüğü sürece bu sorunlarımızın çözülme ihtimali var mı?

Asıl sorun burada olduğundan, bu problem aşılmadan konu etrafındaki hiçbir problemimizi çözebileceğimize inanmıyorum.Ama şuna inandığımı rahatlıkla söyleyebilirim. Bu vatanı, bu milleti sevdiğini söyleyen herkese peşin peşin inanırım. Bunu söyleyen ister sağcı, ister solcu, ister İslamcı olsun. Beyanı esas alırım. Hatta tanıdığım insanları gözümün önüne getirdiğimde, eğer diğerleri de bunlar gibiyse hepsinin sevgisine şahitlik de ederim. Şunu da biliyorum. Cepheleşmelerin ve çatışmaların en büyük nedenlerinden birisi bu kutuplarda saflaşan insanların birbirleriyle iletişimde olmamalarıdır. Birbirlerini dinlediklerinde, dolaylı yollardan edindikleri izlenimler yerine, birebir sorularını yönelttiklerinde önyargılar yavaş yavaş kaybolacaktır. Çünkü birbirlerini daha iyi anlayacak ve en az kendileri kadar diğerlerinin de kalplerinde besledikleri sevgiyi kendi gözleriyle göreceklerdir.

Milletin en büyük sorununun sınıfsal katmanlar olduğunu düşünen bir sosyalistle, milletin en büyük meselesinin dini değerlerden kopuş olduğunu veya kültür mirasına, dile sahip çıkamamak olduğunu söyleyenlerin aslında bir yerde buluşabileceklerini düşünmek safdillik değil. Sorun birbirimize güvenmemek. Sorun birimizin görebildiği sorunu ve ona ürettiği çözümü diğerimizin kabul etmemesi. Hatta herkesin birbirinin sorun ve çözümü hakkındaki önermesini tehdit ve tehlike olarak görmesinde. Filin bir yerlerini tutup da fil üzerine ihtilafa düşen körler gibiyiz...

 

Bir de şunu sürekli hatırda tutmak zorundayız. Sevginin ölçü birimi yok. İnsanın kalbine doğru tutulduğunda, arabanın kaportasında boya olup olmadığını ölçen bir cihaz gibi bize o gönüldeki sevginin düzeyini gösteren bir alete sahip değiliz. Sevginin kilosu, metresi olmadığı gibi, eni, boyu, derinliği de yok. Dolayısıyla biz karşımızdaki insanlardan ıspat beklerken veya onun sevgisini sorgularken, aynı hakkı karşımızdakine verdiğimizi göremiyoruz. Eğer milletimize ve vatanımıza duyduğumuz sevginin bir başkası tarafından sorgulanabilmesini kabul edebiliyorsak, bir başkasını sorgulamaya kalkışmalıyız. Eğer bunu hakaret addediyorsak, vatanını, milletini ve bunları oluşturan / temsil eden değerleri sevdiğini söyleyenlere de hakaret etmekten bir an önce vazgeçmeliyiz. 

Sevgi sahtekarlığı kabul etmeyen bir duygu. Aynı zamanda zorlamayı da kabul etmez. Dolayısıyla sevdiğimiz şeyleri zorla sevdirmeye çalışmak sevdiğimiz şeye ihanet etmenin bir başka yolu olabilir diye bir an düşünmeliyiz. Eğer sevmek noktasında birileri zorlanıyorsa ve baskı altında bizim sevgi sözcükleri söylüyorsa biz kendi münafıklarımızı kendi ellerimizle üretiyor ve çoğaltıyoruz demektir. Bakın burası çok önemli. Yaşadığımız nifakın sebeplerinden biri de vatan ve millet sevgisine (özellikle bizim bakış açımızı kabul etmek zorunluluğunu şart koşarak) mecbur etmemizdir. Buradan garip sonuçlar çıkıyor. Milleti sevmenin şartı ve göstergesi filan partiyi tutmaktır. İhanetin göstergesi de filan partiyi tutmaktır. İyi de buna karar veren kim?

Vatanı ve milleti sevdiğinizi iddia ediyorsanız, baştan bir çok ihtilafın önü çoktan kesilmiş olmalıydı. Benim tuttuğum partiden / ideolojiden / siyasi liderden olmasa da benim milletimden diyemedikten sonra bu mesele çözülmez. İşin doğrusu da herkesin aslında kendi gibi düşüneni sevmesinden, kendi gibi düşünmeyeni de düşman bilmesinden ibarettir. İktidara gelen her partinin yaptığı partizanlığı görmedik mi yıllardır. Vatan millet nereye gitti diye sorarlar adama.