Hem otizmli hem de down sendromlu olan bu bireylerin, hocalarının yardımlarıyla hazırladıkları danslar, şiir dinletileri ve mini konserler o kadar başarılı, o kadar güzel, o kadar içtendi ki. Tam da ülkece kötü haberleri ard arda aldığımız, umudumuzun zedelendiği şu günlerde adeta ilaç gibi geldi. Tek üzücü yanı etkinliğe katılımın az olmasıydı. Ki bence birçok insanın gelmemesinin sebebi, yakın çevrelerinde, sevdikleri kişilerin bir tanesinde bile down sendromlu ya da otizmli her hangi birinin olmamasıydı. Ve açıkça söylemek gerekirse böyle hassas bir konuya benim de özel bir duyarlılığım yoktu. Yani en azından konferans ve seminerlerinin sıkı takipçisi değildim. Ta ki Almanya’da yaşayan ikiz yeğenlerim Türkiye’ye tatile gelinceye dek.
Henüz 3 yaşında olan yeğenlerimi, tepkisizlik problemi nedeniyle doktora götürdük. Ve her iki yeğenimin de %40 otizm hastası olduğunu öğrendik. Tabi önce inanmadık, konduramadık… Çünkü, bu o kadar can acıtıcı bir şey ki… Düşünsenize sesleniyorsunuz, ses vermiyor. Gözlerine bakıyorsunuz, gözlerini kaçırıyor. İşine geleni duyan bir sağır, ne dediğini bir tek kendi bilen bir dilsiz ve sadece istediğini gören bir kör gibi… İlk geldikleri haftalarda, hastalıklarını da öğrenince çok korkmuştuk. Ve böyle bir şeyi anne ve babasının nasıl fark edemediğine de şaşırıp bu ihmallerinden dolayı da baya kızmıştık kendilerine. Onlar da, Almanya’daki ortamın bura gibi olmadığını, daha sessiz ve sakin olduğunu söyleyerek kendilerini savunmuşlardı. Belki kendilerine göre haklılar, çocukların yaşı zaten çok büyük tepkiler veremeyecek ve uzun cümleler kuramayacak kadar küçük sonuçta, bilemiyorum. Belki de ilk çocuklarını aileden, ülkeden uzak ve bizimkinden daha farklı bir psikolojide yetiştiriyor olmalarından ya da bu durumu kabullenememelerinden, onlara konduramamalarından dolayı bu hastalık fark edilemedi. Dediğim gibi, hepsi olabilir, bilemiyorum.
Şimdi çocukları kalabalık ortamlara sokup, cep telefonu, tablet ve televizyondan uzak tutmaya çalışıyoruz. Konuşurken onlar gözlerini kaçırsa bile yüzümüze bakmalarını sağlıyoruz. Çok az da olsa ilk zamanlara göre değişim var. İki hafta sonra da ülkelerine dönecek ve orada gerekli tedavilerle birlikte onlara uygun kreş tarzı bir yerde eğitime tabi tutulacaklar. Tek duamız, dileğimiz onların bir an önce sağlığına kavuşmaları…
İyi olacaklarına inanıyorum. Çünkü katıldığım bu etkinlikte hem down sendromu hem de otizme dair en önemli sırrı öğrendim. Bu da; sevgi ve sabrın iyileştiremeyeceği hiçbir hastalığın olmaması sırrıydı. O sahnede down sendromlu iki gencin dans etmesi, birinin diğerinin ellerine verdiği gül, dansın finalinde tüm çocukların sahnedeki arkadaşlarını alkışlaması, yapılan balon gösterisi, balonlar ile yapılan şekillerin hangi hayvanlara benzediğine dair verdikleri yanıtların doğru olması yani tüm bunlar kesinlikle sevgi ve sabrın sonucuydu (Elbette tıbbi tedaviler ile birlikte)…
İşin özü, belki şu zamana kadar geçirdiğim en kayda değer haftasonuydu. İnsan başına gelmediği, onu dürtmeyen konulara karşı genelde -duyarsız demeyeyim de- nötr kalıyor. Ama bence özellikle sağlıkla alakası olan ve bizim başımıza asla gelmez ya da yakın çevremizde yok deyip bu tarz konulardan kendini soyutlamak çok yanlış. Bu konuya karşı kazanılan en ufak bir duyarlılığın, ilerde doğacak olan çocuğumuza ya da yakın çevremizden birine, davranışlarındaki farklılıkları sezebilmek ve böyle erken teşhis açısından çok büyük bir fayda sağlayacağına inanıyorum.