Türklük kaderimiz, İslam, tercihinden gurur duyduğumuz kabulümüzdür. Soy ve inanç, ikisinden birinin tercihi şart olan kavramlar değildir. Biri Rabbimizin lütfu olan bedenimizi, diğeri ise ruhumuzu ifade eder. Türklük bedenimiz, İslam ise ruhumuzdur. Bu ikisi birbirinden ayrıldığında, beden ceset haline gelir. Osmanlı devletinin son dönemlerinde başlayıp, Anadolu ve Trakyanın bir kısmına hapsedildiğimizden bu yana oluşan Türkçülük hareketi, başlangıçta özde Türkçü, genelde ise Ümmetçi bir yapıya sahip iken, maalesef içimize sızan şer güçlerin de katkısıyla bu kavram,sanki salt ırkçı bir kavram imiş gibi kitlelere kabul ettirilip, ümmetçi bakış açısı göz ardı edilmiştir. Cumhuriyetimizin kuruluşundan bu yana toplumumuza Türklüğün, Ay yıldızlı bayrağımızın altında yaşayanların tümüne şamil olduğunu kabul ettirememiş, insanlarımızın Türkmen, Yörük, laz,

çerkez, kürt, arap diye ayrıştırılabilmesi için her türlü fitne odaklarına kapı aralamaşısız. Mustafa Kemal Atatürk’ün “Ne mutlu Türküm diyene” sözü, kasıtlı olarak “Ne mutlu Türk olana” olarak algılatılmış, özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadoluda Kürtçe ve Arapça konuşulması yasaklanarak azınlık ırkçılığı bilenmiş, barış gönüllüsü adı altında Anadolunun özellikle doğu ve Güneydoğu bölgelerine sızan ajanlar görmezden gelinmiştir. O bölgelerdeki insanlarımız eğitim, öğretim ve istihdam konularında ihmal edilmiş ve fitne fidanının yeşerip büyümesi için her türlü ortam sağlanmıştır.

Gerek Osmanlının son dönemleri, gerekse cumhuriyetimizin ilk yıllarında içimize din görevlisi kılığında sızmış olan ajanlar, her türlü hurafe ve saçmalığı islam diye, din diye yutturmuş ve halen yutturmaya da devam etmektedirler. Satmakta olduğu terliği giyenlerin, rüyasında peygamberimizi göreceğini iddia eden meczublardan tutun da, toplumumuzda cennete sadece şeyhinin şefaatiyle gireceğine inanlar yokmudur? Toplumumuzda, kocasından izinsiz degah turlarına katılıp evini barkını ihmal eden ve şeyhi siterse kocasına dahi sunmadığı hizmeti şeyhine sunmaya hazır olduğunu hiç çekinmeden söyleyen kadınlar yokmu? Öte yandan müslümanım dediği halde kelimeyi şahadetin dahi anlamını bilmeyen milyonlarca insanımız var.

Bir tarafta Reşit Galip adında islam düşmanı birinin icadı tartışılırken, bu söylemleri red eden veya savunanlar, bazı gerçekleri maalesef görmezden gelmektedirler. Öncelikle Devletimiz tarafından, kimsenin etnik kimliğini inkar edilmesine gerek kalmadan, bu güne kadar Türklüğün sağlıklı bir tarifi yapılamamıştır. Toplumumuza Türk denilen ağacın dallarının, Al bayrağımız altında yaşamakta olan tüm halkımızı kapsadığı, anlatılamamıştır. Bu gerçeğin vakit kaybedilmeden anlatılıp, anlaşılması sağlanmalıdır. İstiklal savaşı kahramanlarımızı yargılayabilen Reşit Galip adındaki islam düşmanının icadını okullarımızda yıllarca söylettik de ne oldu? Ne doğru olabildik, ne çalışkan olabildik, ne küçüklerimizi koruyup, ne büyüklerimizi sayabildik, ne de yurdumuzu milletimizi özümüzden çok sevebildik. Yaşlı anasına babasına dayak atan evlatlar bizde, Allahın emri, peygamberimizin kavliyle nikahladıkları, Allah emaneti olarak görmeleri gereken kadına şiddet uygulayan ve katledenler bizde. Yıllarca andımızı okuduk da gereğini yerine getirebildik mi? Okullarımızda ve resmi dairelerimizde Cumhuriyetimizin kurucusu Büyük komutan Atatürk’in resmini arkamıza astık lakin, ne çağdaş medeniyet seviyesini yakalayabildik, ne de “hayatta en hakiki mürşit ilimdir” sözünün gereğini yerine getirebildik. Bütün yaptığımız cumhuriyet balolarında rakı içip, şekil, kılık ve kıyafette Avrupalı görünmek, hıristiyanlara özgü bir hayat tarzını kendi hayat tarzımız olarak kabullenmek. Başka neyi başarabildik?

Yıllardan beri tüm yaptığımız, ayağımıza batan dikeni, akrebin iynesi ile çıkarmaya çalışmak. Alfabemizde “Ali ata bak” dedik, at yarışlarına koştuk, “Ali top oyna” dedik, kazancımızı totoya lotoya yatırıp evimizi ailemizi ihmal ettik. En iyi yerine getirdiğimiz komut, “Uyu uyu yat uyu” oldu. Gece yarılarından sonra yattığımız uykulardan, ancak ertesi günü öğlene doğru uyanabildik. Atamızın “istikbal göklerdedir” sözünü yattığımız yerden gökyüzünü seyretmek olarak uyguladık. “Atam izindeyiz” dedik, bir türlü iznimizi bitirip ülke kalkınması için işbaşı yapamadık. Amerikanın çocukları olan içimizden bazıları, önce ihtilal şartlarını oluşturup sonra da ihtilaller yaptı, milletin seçtiği insanları idam ederken hiç utanmadan sıkılmadan “cumhuriyet ve devrimlerin yılmaz bekçileri olduğumuzu dillendirebildik. Laikliği dinsizlik olarak algıladığımız için camileri kapattık, yıllarca ilk okullardan din derslerini kaldırıp, başörtüsüne karşı çıktık , kuran kursları ve imam hatip okullarının kapatılması için çaba harcadık. İlim öğrenmenin kadın erkek her müslümana farz olduğunu yıllarca unutup kadınlarımızı hor görüp aşağıladık. “Hanım” kelimesinin, Cengiz hanın tebasına kendisini ve eşini takdim ederken “Ben sizin hanınızım, (eşini göstererek) o da benim hanım” dediğini unuttuk. Hasta olan eşimiz için kadın doktor ararken, kızlarımızın okuyup doktor, hemşire olmasını önlemeye çalıştık.

Bunca yıldır ne Türklüğün sağlıklı bir tarifini yapabildik, ne de Kur’an ve sünnetin gerektirdiği gibi bir müslüman olabildik. Öyleyse bırakalım artık şekilci tartışmaları, bir an önce işimize bakalım. Merhum Ziya Paşanın güzel bir sözü vardır. “Ayinesi iştir kişinin, laf’a bakılmaz” Laf ve sloganlarla zaman kaybetmeyi bir yana bırakıp, okuyalım, çalışalım, bilimde teknolojide çağdaş medeniyet seviyesinin ötesine geçelim. Dinimizin emri de Atamızın tavsiyesi de bu yöndedir. Yetmez mi bunca yıldır laf üreterek boş gevezelikler ile zaman kaybettiğimiz. Dünya, atom çağından bilgi çağına geçti, teknolojik gelişmelerin süratine yetişmenin, imkansız olmasa da iyice zorlaştığı bir çağda yaşıyoruz. Peygamberimiz “ilim müslümanın yitik malıdır, onu Çinde de bulsa gidip almalıdır” darken iki günümüz bir ederek ziyanda kaldığımız yetmez mi artık.