Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!

Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?

"Tarih"i "tekerrür" diye tarif ediyorlar;

Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?

Selçuklunun son’a yaklaştığı dönemleri ile Osmanlının son dönemleri incelendiğinde Akif’in bu dizeleri ile ne demek istediği daha net anlaşılır. Akıl hastalarının Osmanlı şifahanelerinde su sesi ve müzikle tedavi edildiği yıllarda, Avrupada bu insanlara “gövdesine şeytan girmiş” diye işkence ediliyordu. O yıllarda Osmanlının her yerinde hamamlar, kervansaraylar ve çeşmeler varken Avrupada pislikten veba kolera gibi salgın hastalıklardan milyonlarca insan ölmekteydi. Avrupada insanlar çiçek hastalığından ölürken Osmanlıda çiçek hastalığı tedavisi mümkün olan bir hastalıktı.

İber yarımadasında Endülüs Emevileri, ulaşmış oldukları yüksek bilim ve teknolojiye rağmen yöneticilerinin, safahat ve gaflet içine düşmeleri sonucu devletleri yıkılmış, Endülüs kütüphanelerindeki el yazması kitapların büyük bir kısmı yakılmış veya nehirlere atılmış iken, imha edilmekten kurtarılan bir miktar kitap ile Avrupa Rönesans’ı yaşayarak bilim ve teknolojide Osmanlının çok çok ötelerine geçmişti. Avrupada bu gelişmeler olurken Osmanlıda Hezarfen Ahmet Çelebi, icad ettiği kanatlarla Galata kulesinden Üsküdara uçmayı başardığı için cezalandırılıp sürgün edilmişti. Avrupa bilim ve sanatta gelişirken Osmanlı, araştırmacı, bilim ve sanata önem veren yesevi Müslümanlığını terk ederek suudi Müslümanlığının hurafelerine dalmış, teknoloji bir yana, Kumaş parçalarına sarılıp gezen Avrupalılara atalarımız Hunlar pantolon giymeyi öğretmiş iken, Osmanlıdaki yobazlar, pantolon giymenin bid’at(sapıklık) olduğunu tartışıyorlardı. Karamanoğlu Mehmet bey ile sahip çıkılan Türkçemiz yasaklanırken Arapça,Farsça ve Türkçe karışımı Osmanlıca diye bir dil uydurulmuş, bu dili ise sadece saray ve Enderun(Üniversite) erkanı konuşabildiği için halkın büyük bir kısmı okuma yazma bilmiyordu.

Bilim ve sanat ilgi görmediği ülkeyi çabucak terk eder. Osmanlıda da aynı felaket yaşandı. Şahi topları ve Fatih’in kendi icadı havan topunu bulan ecdadın torunları, çeliğe çift su vermeyi öğrettiği Avrupalının çok çok gerisinde kalmıştı. Okullarda bilim ve sanat eğitimi terk edilmiş, yetersiz eğiticiler tarafından o zaman çok az olan okullarda da din diye bir sürü hurafe öğretilmekteydi. Cennetmekan II. Abdülhamit han her ne kadar bilim ve teknolojiyi ülkemize getirsinler diye Avrupaya öğrenciler gönderip, okullar mühendis mektepleri kurma çabasına girdi ise de Osmanlıdaki hızlı çöküşü ancak 33 yıl geciktirebilmişti. Ecdadımız asla emperyalist olmamış, emri altındaki halklara inanç ve soy farklılığı nedeniyle zulüm yapmamış ise de bilim ve teknolojinin çok gerisinde kaldığı için yıkılmaktan kurtulamamıştı. Vaktiyle teb’ayı sadıka(Sadakatli vatandaş) denilen ermeniler, Osmanlının bağrında okullar açıp fitneyi ateşleyen Amerikalıların teşvikleriyle Kars, Erzurum ve doğudaki bir çok yerde toplu cinayet işlemelerine rağmen Osmanlı onları topluca cezalandırmak yerine askeri koruma eşliğinde tehcir(Yer değiştirme)’e zorlamış, bir avuç ermeni’nin ortaya atıp, emperyalist devletlerin de sahip çıktığı soykırım suçunu asla işlememişti.

Atalarımızın bu güzel hasletleri ile ne kadar övünsek azdır ancak; Birinci Dünya savaşı sonunda vatanımızın dört bir tarafının işgale uğradığı yıllara gelindiğinde genç ve orta yaşlı nüfusun Yemende, Trablusgarpta, Balkan savaşlarında şehit verilmesi sonucu Anadolunun ihtiyarlar ve dullar ülkesi halinde yoksul, çaresiz ve bakımsız bırakıldığını da unutmamamız gerekir. Çanakkale zaferi ile, Kut’ül ammarede kazanılan zaferle elbette gurur duyarız. Batının hasta, hatta ölü dediği bir devletin askerleri olarak Dünyanın asla unutamayacağı zaferler kazanan atalarımız ile de elbette gurur duyarız. Öte yandan, yurdumuzun dört bir yanına düşmanlarımız saldırdığında güncel teknolojinin çok gerisinde kalındığı için kendini savunacak silahını dahi üretemeyen bir Osmanlının neresine özlem duyulur anlaşılır gibi değil. Günümüzde birilerinin ne maksada ardına düştükleri belli olmayan bir Osmanlıcılık hareketine bir anlam vermek çok zor.

30 Ekim 1923, Cumhuriyetimizin ilk sabahı, 13 milyon olduğu tahmin edilen nüfusumuzun 11 milyonu köylerde yaşamakta. Traktör, biçerdöver gibi tarım makinaları hiç olmadığı gibi, ayçiçeği ve şeker üretimi yok, pirinç, ekmeklik un ithal ediliyor. Kırk bin köyün otuz yedi bininde okul yok. Otuz bin köyde, yani her dört köyün üçünde cami yok. %99’u Müslüman olan ülkemizde bir milyon kişi frengi, iki milyon kişi sıtma, üç milyon kişi trahomlu. Verem, tifo, tifüs salgını olduğu gibi bitle başa çıkılamıyor. 13 Milyon nüfusun altı milyonu hastalıklarla boğuşuyor. Bebeklerde ölüm oranı %40, annelerde ölüm oranı %18. Her doğum yapan beş anneden biri, her doğan üç bebekten biri ölüyor. 337 doktor ve 60 eczacıdan sadece sekiz’i Türk. Hiç diş hekimi olmadığı gibi, 40 bin köy için sadece 136 ebe, dört de hemşire var. Limanlar, madenler, demiryolları yabancılara ait. Osmanlıdan kala kala dört fabrika kalmış. Hereke ipek, feshane yün, Bakırköy bez, Beykozdaki deri fabrikaları. On kişiden fazla işçi çalıştıran 280 işyerinin 250’si yabancılara ait. Elektrik sadece İstanbul, İzmir ve Tarsusta var. Okul çağına gelmiş dört çocuktan üç’ü okula gidemiyor. Erkeklerin sadece %7’si(ekseriyeti subaylar ve gayrı müslimler) kadınların ise binde dördü okuma yazma biliyor. Buna rağmen utanmadan harf devrimi yapıldı, bir gecede cahil kaldık diyorlar. İbrahim Müteferrikadan beri 150 yılda basılan kitap sayısı 417 olup, büyük bir ekseriyeti de gayrımüslim matbaalarında basılmıştır.

Mustafa Kemal Atatürk, kendi el yazısıyla 30 ekim 1923 sabahı İsmet Paşaya mektup yazıyor.

“Bize geri, borçlu, hastalıklı bir vatan miras kaldı. Yoksul ve esir ülkelere örnek olacağız. Kaderin bizim kuşağımıza yüklediği bir görev var. Özgür bir toplum oluşturmak, çağdaşlaşmak, bu ideali gerçekleştirmek zorundayız. Bu görevin ağırlığını ve onurunu seninle paylaşmak istedim.

Allah yardımcımız olsun..”

Tarihin tekerrür etmesini istemiyorsak Cumhuriyet öncesindeki halimizden gerekli dersleri çıkararak top yekün millet olarak çalışalım, çalışalım, çalışalım..