Yokluklarla dolu olan bir ülkede başta tarım ve tarıma dayalı sanayide yeni sayfalar açarak üretim heyecanının tüm Anadoluya yayılmasını sağlamıştı. Tarımsal üretimimizin gelirleriyle hem Osmanlıdan kalan düyun-u umumiye borçları ödenmiş, hem de kalkınma ve sanayileşmenin ilk adımları atılmıştı. Yıllardır çağdaş tarım teknolojilerinden uzak üretim yapma mücadelesi veren Türk tarımı, yeni teknolojilerle tanıştırılıp hem kalite ve rekolte artırılmış, hem de yeni yatırımlar için sermaye oluşumu sağlanmıştı. Devletin kıt ve sınırlı imkanlarıyla kurulan fabrikalar yanında milletimizin dişinden tırnağından artırdığı paralarla Konya, Kayseri ve Amasyaya Şeker Fabrikaları gibi fabrikaların da kurulması sağlanmıştı. Milletimizin bu fabrikaların kurulması için ortaya koyduğu sermaye, tarımsal üretimden elde ettikleri gelirlerin tasarruf edilerek yatırıma yönlendirilmesi ile sağlanmıştı. O yıllarda milletimiz, vahşi kapitalizmin “tüket ve mutlu ol” tavsiyesi ile henüz tanışmamıştı. Akşamları erken yatıp sabahları erken kalkılıyor, İngiliz kumaşı yerine Sümerbank kumaşı tercih ediliyor, Amerikan sigarası yerine kendi tütünümüzden üretilmiş sigaralar kullanılıyordu. Yerli malı haftaları düzenlenerek yerli üretim ürünlerin kullanım önceliği genç dimağlara aşılanıyor, ilçelere kadar yaygınlaşan kuluçka makinalarından çıkan yumurta ve besi cinsi piliçleri kümesleri dolduruyor, gurk’a yatmış tavukların ve hindilerin altına konulmuş yumurtalardan çıkan hindi palazları, ördek ve kaz yavruları ile tavuk civcivleri beslenerek kendi milli kaynaklarımızdan beyaz et üretimi yapılıyordu. Yayla ve otlaklarımızda beslenen büyük baş hayvanlar ile kırmızı et ve süt ürünleri ihtiyacı karşılanıyordu Zamanla kendi üretimimiz peynir yerine Hollandadan ithal peynirleri, pancardan üretilmiş kendi milli şekerimiz yerine genetiği değiştirilmiş mısırdan üretilen ve insan sağlığına zararlı olduğu bilinen tatlandırıcılar kullanılmaya başlandı. Özetle ifade etmek gerekirse toplumumuz tüketim değil üretim toplumuna dönüştürüldü.
Aradan geçen yıllar sonrasında toplumumuzun üretim değil de tüketim toplumu haline getirilmesiyle köylümüz gıda ihtiyacını, kendi ürettiklerinden değil de büyük üretim şirketlerinin üretip süpermarketlere gönderdiği dondurulmuş piliç, kırmızı et ve yumurtalar ile karşılamaya başladı. Girilmiş olan bu karanlık kulvarın tehlikeli sonuçlarını öngöremeyen yöneticilerimizin de farkedemmediği bu tehlikeli gidişata dur diyememeleri sonucunda kendine yeten bir ülke olmaktan çıkarılıp, gıda ürünlerini ithal eden bir ülke haline getirildik. Kırsaldaki insanımızın, ithal ürünler ile rekabet gücü olmayınca tarlalarını boş bırakarak üretimden çekildiler. Köyden şehire göç artarken sanayileşmede de yeterli seviyeye ulaşamadığımız için şehre göç eden insanlarımız geçim mücadelesine yenik düştüler. Toplumumuzun en sağlam nüvesi olan aile yapımız da bu olumsuzluklar karşısında sarsılmaya başladı. Kadınlarımız geçim sıkıntısının verdiği hırçınlıklarla aile içi tartışmalar sonucunda sözlü ve fiziki şiddete maruz kalırlarken çocuklar da ilgisizlik sonucu uzunca bir süre karanlık merkezlere malzeme olmaktan kurtulamadılar. Devlet kurumlarındaki makamlara ehil olmadıkları halde sadece yandaş olmaktan başka mahareti olmayan yöneticiler getirildiği için frenleri boşalmış yokuş aşağı uçuruma doğru son sürat giden bir araca dönüştürüldük. Dört bir tarafımızdan saldırdıkları halde bizi yıkamaya gücü yetmeyen karanlık güçler, ekonomik yapımızı sarsarken bizi hem inancımızdan hem de töremizden soyutlamaya başladılar.
Tüm bu olumsuzluklara karşın cevheri aslimizin diri kaldığı, 15 Temmuz hain darbe girişiminde ortaya çıktı. Din adamı kisvesine bürünmüş CIA ajanı Fetö, milli direnişimiz karşısında kirli emellerine ulaşamadı. Nüfusumuzun büyük bir kesimi geçim sıkıntısı ve pahalılıkla boğuşmakta olmasına rağmen halkımız, seçimle işbaşına getirdiği yöneticilerine sahip çıktı. Buradan da anlaşıldı ki, karanlık şer güçler, geçim sıkıntısı ve açlık sınırında yaşamakta olanların ülke ve vatan sevdasını henüz yeterince ortadan kaldıramamışlar. Devletin başındaki yöneticilerimizin de milletimizdeki bu direncin daha da güçlenebilmesi için alınacak önlemlerle daha güçlendirilmesi gerektiğini hatırlayıp, hem tok, hem de fikri ve vijdanı hür bir toplum halinde devamı için gereken önlemleri gecikmeden almalarıı gerekmektedir. İlk adım olarak tarımdan sanayiye geçiş hamlemiz kesintilere uğraması sonucu belirlenen hedeflere ulaşamadığı için tarımsal üretimimizin artırılması, tarladan tüketiciye haksız maliyet artışları yaşanmadan ulaşılması için gereken tedbirleri gün geçmeden hayata geçirmesi gerekmektedir.
Günümüzde büyük bir kısmı tarımdan ve topraktan uzaklaşmış olan insanımızın alınacak önlemlerle bir an önce tarımsal üretimde yerini alması sağlanmalıdır. Boşalan köylerin yeniden dolması, tarım dışı bırakılan arazilerin de bir an önce yeniden tarıma kazandırılmaları gerekmektedir. Çiftçi borçları nedeniyle özel bankaların varlık şirketlerine geçen arazilerin bir an önce tekrar üreticilere kazandırılması sağlanmalıdır. Aksi halde günümüzde Filistinlilerin başına gelenlerin, ilerde bizim insanlarımızın da başına gelebileceği ihtimali, asla akıllardan çıkarılmamalıdır. Geç kalınmış olsa da bu konuda henüz tüm fırsatlar kaçırılmış değildir. Ülkeler, sloganlarla değil, realitelerle kalkınır. Bir an önce harekete geçilerek tarımsal üretimimizin üzerinde kara bulutlar dağıtılmalıdır.