Yıldan yıla artan nüfusumuzun gıda ihtiyacını karşılamak için, yerli tohum kullanımını terk ederek ülke dışından fide ve tohum ithalatına başladığımız yıllardan bu yana belki dekara verim arttı ancak, ne yediğimiz domateste domates tadı var, ne de karpuzda karpuz tadı var. Her ne kadar domates ve patatesin ana vatanı kıta Amerikası olsa da oralardan getirilen sebze tohumlarını Anadolu toprağı kabul ederek bağrına basmış ve çeşitlendirerek farklı cinslere dönüştürmüştü. Köylümüz, sonraki yılın domates tohumlarını tarlasında hasat ettiği yeterince olgunlaşmış domatesin içinden alıyor, sonraki yılda da toprakla buluşturuyordu. Biber, urfada isot biberi olarak ayrı tatta, Osmaniyede yetiştirilen salçalık biber, Kayserideki cırgalan biberi ayrı bir tattadır. Patlıcan, Gaziantep Urfa ve Mardinde ayrı bir lezzette iken Kayseri Yemliha(halk tabiriyle “yamula”) ve Manisada ise ap ayrı bir lezzetedir. Çiftçilerimiz sebzelerin tohumlarını sonraki yıla hazırlarken iyice olgunlaşmış olanlarını seçtiği için güçlü embriyolardan intaş eden fidelerden lezzeti kendine has sebzeler üretmekteydi. Beypazarı, Nallıhan ve Bolu civarında yetişen iri atom fasülyedeki lezzeti ithal edilen Kanada, Meksika fasülyelerinde kesinlikle bulamazsınız.

Diyarbakırın kendine has karpuzu yerine ithal karpuz tohumlarından yetişen karpuzu yemekte olduğumuzdan neredeyse karpuzun tadını unuttuk. Kabak ile karpuzun birlikteliğinden ortaya çıkan zina veledi ürünün kabak mı, karpuz mu, ne olduğu belli değil. Atalarımızın Orta Asyadan beraberlerinde getirdikleri sebze tohumlarının Anadolu toprağı ile buluşması sonrasında, aradan geçen yıllarda toprak ve tohum birbirini kabullendiği gibi farklı türler de ortaya çıkarmıştı. Üzerinde yetiştikleri toprak, sebze ve meyvelerimize farklı tat ve lezzetler hediye etmişti. Yerli ürün domates, sovan, biber, yufka veya bazlama yanında yendiğinde ziyafete dönüşüyor, karpuz peynir ekmek bir araya geldiğinde afiyetle karın doyuruyordu. Yerli tohumlardan üretilen salatalık biber ve domatesin kendine has kokusu, nohut fasülye ve mercimeğin de kendine has lezzeti vardı. İthal edilen ürünlerde maalesef bu tatları, lezzetleri bulmak mümkün değil. Anadoluya has bir yağ bitkisi olan aspir’den üretilen yağın donma ısısı ayçiçeğinden daha düşük, vitamin yönünden daha faydalı, posası ise hayvancılığımıza çok daha üstün faydalar sağlayabilecek iken başta Çin olmak üzere bir çok ülkede, ıslah metotları ile içerdiği yağ oranı yükseltilerek üretimi yapılmakta ve Ayçiçeği yağı yerine kullanılmaktadır.

Anadoluya getirdiğimiz sebze tohumları, yabancı ülkelere götürülüp başka genlerin de ilavesiyle farklı farklı cinslerde sebzeler üretilmiş, hatta İsrailde gen gühendisliği ile tek yıl verim veren ve sebze içindeki tohumları kısırlaştırıldığı için her yıl yeniden sebze veya fide alımını gerektiren sebzelere dönüşmüştü. Ülkemize gönderilen fide ya da tohumlar ile bu güne kadar görmediğimiz hastalık ve zararlılar gönderilmiş, bunlarla mücadele için alacağımız ilaçlara milyarlarca lira ödemek zorunda bırakılmıştık. Hatta yabancı fideler ile gönderilen, niteliğini bilemediğimiz bazı etkenlerin aynı toprakta yerli tohum kullanımını dahi engellemekte olduğu görülmüştü. Vaktiyle bir devre adını veren lale soğanlarımızın Hollandaya götürülmesiyle bu çiçeğimiz, Anadoluya has bir çiçek olmaktan çıkarılıp, Hollandanın ulusal ürünü haline getirilmiştir. Yüksek rakımlı tepelerde yetişen ters lalelerimiz, Yunus’a ilham veren çiğdemlerimiz, şairlere ozanlara ilham veren bir çok çiçeğimiz Anadoludan kaçırılarak genleriyle oynanmış ve farklı farklı bitkiler elde edilmiştir. Özetle ifade etmek gerekirse Anadolumuz, halen Dünyanın bir çok ülkesinde üretilmekte olan birbirinden farklı bitki genlerinin anavatanıdır. Bundan sonra da yetiştirilmesi hedeflenen ürünlerin gen deposu olmaya devam edecektir. Arkeolojik araştırmalar sonucu bulunan binlerce yıl öncesinden kalma yüksek verimli, siez buğdayı, bir çok yabancı araştırmacının ilgisini çekmektedir.

Yerli tohum derken hayvancılıktaki yerli ırkları da unutmayalım. İvesi koyunumuzun etindeki lezzeti ve yapağı elyafındaki kaliteyi, Ankara ve Tiftik keçilerimizdeki kalite ve verimi fark eden bir çok ülke bu hayvanların koçlarını, koyunlarını, teke ve keçilerini, alıp götürerek, ıslah metotları ve melezleme ile daha yüksek verimli türler ürettiler. Osmanlı döneminde Güney Afrikaya hediye edilen tiftik keçilerimiz içinden bazılarının yanlışlıkla gebe olarak gönderilmesi sonucunda günümüzde Güney Afrika angora üretiminde söz sahibidir. İsraile götürülen İvesi koyunlarımız ise İsrailde ıslah ve melezleme metotları ile geliştirilerek yüksek verimli bir koyun ırkına dönüştürülmüştür.

Yapılan arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılan yaban hayvanları içinde nesli tükenen Anadolu Aslanı, mamut, ve günümüzde mevcut olan yaban koyun ve keçileri, kangal köpeğimiz, hayvan ıslahçıları ve gen mühendislerinin büyük bir ilgisine hedef olmakta, yasal olmayan yollarla tarihi eserlerimizin kaçırıldığı gibi bunların genleri de çalınmak istenmektedir. Ülke dışına kaçırılmak istenirken gümrük kontrollarında yakalanan Anadolu Engereği dahi, yabancı ıslahçıların hedefi olmaktadır.

Buradan da anlaşılıyor ki, “vatan” deyip uğruna can verdiğimiz, kan döktüğümüz bu topraklar, sadece üzerinde yaşayanlara değil, tüm insanlığa fayda üretebilecek değerler ile yüklüdür. Yıllardır ihmal edilen araştırma ve ıslah çalışmaları ile Anadoluya has bitki ve hayvanlardan yüksek kalite ve verime sahip türler yetiştirmek mümkündür. Yerel kaynaklar dışında yabancı kaynaklardan getirilecek olan tohum, fide ve hayvanlar, beklenen faydayı veremeyeceklerdir. Anadoluya has bitki ve hayvanlar üzerinde yapılması gereken araştırma ve Islah çalışmaları hem yüksek maliyet, hem de uzunca bir zaman süreci istediğinden bu çalışmalar mutlaka devlet tarafından yürütülmelidir. Ülkemizde bu çalışmaları yürütebilecek akademisyen ve uzman mevcut olup, uzun vadeyi hedefleyecek olan bu çalışmalar için yeter ki gerekli kaynak, imkan ve zaman verilebilsin.