Bu tarihsel şahsiyetin bireysel hikâyesinin yanında, Aydın yöresinde toplumsal düzene sağladığı katkı ile siyasal yönünü içeren ayrı bir hikâyesi de vardır. Nitekim Aydın ilinde idâreyi ele geçirmiş, Valilik koltuğuna oturmuş, para bastırmış bir hayduttan bahsediyoruz. Hani “eşkıya dünyaya hükümdar olmaz” denir ya… Neredeyse hükümdar olmayı başarmış bir eşkıya Atçalı Kel Mehmet Efe.

Zamanla her biri bir halk kahramanına dönüşmüş, Köroğlu gibi, Sarı Osman gibi, Robin Hood, Billy the Kid veya Jasse James gibi soylu haydutların birbirine benzeyen hayatları, yıllar yılı çeşitli ağızların anlatımlarıyla destanlaşarak bugünlere kadar gelmiştir. Halk tarafından kabul görmüş, gerçekte yaşamış soylu haydutların, ister yerli ister yabancı olsun birçok ortak yönleri var. Meselâ hayatları, özellikle çocukluk, ilk gençlik hikâyeleri inanılmaz bir biçimde benzerlik gösteriyor. Ve bir de bu şahsiyetler, başkaldırdıkları kurulu düzeni toptan reddetmek yerine onun bazı unsurlarıyla mücadele etmekle yetiniyorlar.

15956514

Bunlardan Atçalı Kel Mehmet’in hayat hikâyesinin aktarıldığı, yönetmenliğini Hakan Şahin’in yaptığı sinema filminin, hem destansı bir film olma özelliğiyle hem de dönemin yaşantısına bugünün değer yargılarıyla yaklaşmasıyla gerçekçi bir anlatımdan uzaklaştığı söylenebilir.

Benim burada altını çizmek istediğim nokta destansı bir hikâyenin de olanca bir gerçeklikle sinemada işlenebileceği, işlenmesi gerektiğidir. Yani gerçekçi bir yaklaşımla da destansı bir konuyu sinema filmi hâline getirebilirsiniz. Ne kadar doğru olduğundan emin değilim ama Atçalı’nın yaşadığı dönemde iki bin kişiyi bizzat tek elden öldürdüğü rivayet edilir. Buna rağmen Hakan Şahin’in Atçalı’sı, sevdiği kızı isteyen adamı bir bağ evinden kaçırırken belki o dönemin şartlarında katliam yapmak yerine, bu dönemin şartları gereği kimsenin burnunun kanamamasına özellikle imtina ediyor. Ve bu da onu reel gerçeklikten uzaklaştırıyor.

Bu tarz filmleri belirli bir gerçekliğe sokmak oldukça zordur. En azından bu, büyük bir prodüksiyonu gerektirir. Bizde son yıllarda özellikle Mahzun Kırmızıgül örneğinde olduğu gibi büyük prodüksiyonlar da çekilmeye başladı. Ama Mahzun Kırmızıgül’ün sergilediği örnekler öyle büyük prodüksiyon olmayı pek de gerektirmeyecek, yani küçük prodüksiyonla da etki yaratabilecek hakâyelerdi. Bir de büyük prodüksiyonu mecbur bırakan destansı hikâyeler vardır: Kurtuluş Savaşı, İstanbul’un Fethi veya Yüzüklerin Efendisi… Tıpkı bunlar gibi Atçalı Kel Mehmet Efe’yi de büyük bir prodüksiyondan azâde kılmanız neredeyse imkânsızdır. Ama bizde özellikle son yıllarda hayatımıza giren büyük prodiksiyonlu yerli yapımlar, buna pek de gerek olmayacak hikâyeler için harcanıyor.

Ayrıca olur olmaz sahnelerde hiç gereği yokken duraksıyor Hakan Şahin’in filmi. Belki özellikle üzerinde durulabilir detayları da bu nedenle, yani zaman yetersizliğinden ötürü es geçiyor. Dolayısıyla Asaf Tengiz’in 1964 yapımı Atçalı’sının bile gerisinde kaldığını söylemek haksızlık olmaz. Zira Emine ile Mehmet’in buluşmalarını anlata sahneler elli üç yıllık geçmişine rağmen önceki versiyonda daha cürretkârdı. Dolayısıyla da elli üç yıl sonraki bu versiyon sinemografik gerçeklikten uzak, televizyon dizisi kıvamında olmuş. Bu nedenle filmi teknik açıdan ele almaktansa biraz hikâye üzerinde durmanın belki daha doğru olacağı kanaatindeyim.

Atçalı Kel Mehmet Efe, tarihe Aydın İsyanı olarak geçen büyük bir isyanın ele başısı. Onun dağa çıkış serüveni de tarih boyunca destanlaştırılmış diğer soylu haydutlarınkiyle benzerlik gösteriyor. Meselâ tıpkı Köroğlu gibi haksızlığa uğradığı, ailesine zulmedildiği için Atçalı da çareyi dağa çıkmakta buluyor. Atçalı’dan yola çıkarak bu soylu haydutların ortak bir özelliği olarak merkezi idareden ziyâde yerel idare ile sorun yaşadıkları öne sürülebilir belki. Bir de dağa çıkış, illegaliteye geçiş süreçlerinin birbirleri ile parelellik içerdiği söylenebilir. İşte bu yüzden hikâyeniz özgün bir hikâye değilse eğer, onu ele alış biçiminizin özgün olması gerekirdi. Ama Hakan Şahin’in Atçalı’sına baktığınız zaman bazı sahnelerin üzerinde fazlaca durulmuş, özen gösterilmişse de aynı özenin diğer başka sahnelerde sürdürülmediği bir istikrarsızlık, bir dalgalanma göze çarpıyor. Aynı örnek oyuncu performansı için de verilebilir –ki meselâ Cemal Hünal’ın iyi oyunculuğu diğerlerini gölgede bırakıyor.

Öyle pek de özgün sayılamayacak çocukluğu ve dağa çıkış sürecinin üzerinde fazlaca durulduğu hâlde, Atçalı Kel Mehmet Efe’nin siyasi yönüne de yeterince değinilmemiş. Oysa bu her iki durum, aynı film dâhilinde pekâlâ işlenebilirdi. Bu da tabii yukarıda bahsetmeye çalıştığım şekilde büyük prodüksiyona mâlolurdu. Ama her ne olursa olsun film, daha özgün bir film olur, 1964 versiyonunun basit bir tekrarından ibâret, hatta onun birçok yönden gerisinde kalmamış olurdu.

Her hâlükârda kısa süreliğine de olsa muvaffak olabilmiş, sosyoekonomik derinliğe sahip bir isyan hareketinden bahsediyoruz. Atçalı Kel Mehmet Efe öncülüğündeki Aydın Ayaklanması öyle bir kalkışmadır ki Tazminat fermanlarının ana konusu olmuş, 1839 senesinde Gülhane Hatt-ı Hümayunu ve 1856 ıslahat Fermanının temellerini oluşturmuş, halkın devlet karşısındaki kazanımlarına katkı sağlamıştır.

İnsanlık Tarihi aslında isyanlar tarihi olarak da okunabilir. Tarih yazanlar, yıllar sonra hayırla yâd edilenler, yaşadıkları dönemin asileridir. Bunlar dönemin egemenleri, hâkimleri tarafından her fırsatta kötülenirler. Onlara, “faiz lobisi tarafından desteklendikleri” veya dış güçlerin tezgâhtarı yaftası yapıştırılır. Fakât tarih muhakkak ki onları haklı çıkaracaktır. Kitapları yazılacak, fimleri çekilecek olanlar onlardır.