Bu mübarek ve müstesna değerimizi, çok sevdiği Yahya Kemal’i anlattığı, oradan medeniyetimize ve mimarimize dair tespitlerini ifade ettiği bir makalesinden, birkaç satır ile analım. Neleri eksik yaptığımız, nerelerde yanıldığımızda görülecektir bu birkaç satırda.
Yahyâ Kemal diyor Ayverdi merhum, “mîmârî fikirlerini, şiirinden çok nesrinde ifâde etmiştir. Süleymâniye’ye, onun gibi âbidelere, şehirlere, semtlere hayran idi. Fakat Yahyâ Kemal herhangi bir ferd gibi, binâların parakende güzelliklerine, hâtta tenâsüb ve edâlarında kalmayıp, âbidelerie bir vatan meydana getirilmiş olması tarafiyle (bakmış), bundan duyduğu sevinci son derece güzel ifâde etmiştir. En realist bir görüşle bu milletin o, asırda değişmez, eğilmez, bükülmez, eskimez büyük meziyetlerinin ancak bir yerde karar kıldıktan sonra hârikalar doğurabileceğini müşâhede etmiştir.”
İnşaat Mühendisi ve Mimar olan Ayverdi’nin şu tespiti de çok dikkate değer; “Zâten Yahyâ Kemal’den mîmârlığın, taşı toprağı ile uğraşması istenemezdi; o, milletin hayatına karışan mîmâriyi bize söyledi.”
“Milletin hayatına karışan mimari” muazzam bir bakış. Sizce bu gün hayatımıza nasıl bir mimari karışıyor. Milletin mimarisi mi? Bakın bu gönül adamı ne diyor. “(Yahya Kemal’in konferansını kastederek) Şâir bu konferansı ondan sonraki uzun makalesini ve tabiî ondan daha evvelkileri, Osmanlı mîmârisi daha inceden inceye tetkik edilmeye başlanmadan, neticeler meydana çıkmadan bir san’atkârın derin sezişi ile yazmıştır. Konferanstan epeyce sonraları bu yazılardan habersiz olanlar, onun söylediklerini ilmî usûlün tabiî neticesi olarak meydana koydular. Ve tâ 1964 senesinde "Aziz İstanbul" çıkınca, binbir emek ve zahmetle bulduklarını o sahifelerde görmekle büyük bir saâdet duydular. Bu da gösteriyor ki, san’atkârda, müfekkirenin parlak buluşları, teşhisleri kuru ilme takaddüm etmektedir.”
Bakınız Yahyâ Kemal, Türk şehircilik mîmârisinin bütün unsurlarını, zihniyetini en muhteşem bir çapta toplayan İstanbul ve dolayısıyla san’atımızın küllü hakkında ne diyor, bunu konferanstan nakledelim:
“Bir iklimin manzarası, mîmârisi, halkı arasında hâlis ve tam bir âhenk varsa orda gözlere bir vatan tablosu görünür.”
“İklimden anlayan gerçek ve hassas bir san’atkâr, İstanbul’un eski semtlerinden her hangi birini, meselâ Koca Mustafa Paşa semtini, yâhud Eyüb’ü, yâhud Boğaziçi’ni henüz milli hüvüyetini muhâfaza eden herhangi bir köyünü seyredince kat’i bir hüküm vererek der ki; "Bu halk bu iklimde ezelden beri sâkindir ve bu iklime bu mîmâriden ve bu halktan başka unsurlar yaraşmaz."
Şimdi soruyorum, “dünya ve ahirette vatandaşlarım benim”, böyle bir yer kaldı mı? Ve Eyy belediye reisleri böyle bir yer kalmadıysa sorumlusu kim? Siz mi, sizi seçenler mi?
Yahyâ Kemal o ehemmiyetli konferanstan başka, bir makalesinde de “Bursa ve Edirne’yi Türk üslubunda yeni baştan inşâ etmemizin İstanbul için örnek olduğunu, bu şehirleri milli meşrep ve zihniyetimizden milli dehâmızdan gelen hâssalarla yaptığımızı bildiriyor.
“Mîmâri ve şehircilik bizim dehâmızdır. İstanbul’da bu dehâyı mahallin coğrafi icablarına, emirlerine göre tatbik etmişiz daha evvel Bursa ve Edirne’de, buna göre Üsküb ve Saray Bosna’nın ilâvesiyle dört beldeyi ve daha pek çok küçüklerini, tâbiatlarının lüzûmuna göre yeni baştan kurmuşuz. Bunların hepsi ancak o yerlere göredir. Müşterek tek vasıfları tâbiata uygunluktur. Bunları yapınca Bizans İstanbul’undan bir şey almağa yer kalmaz.”
Yahyâ Kemal’in bugün için temenni ettiği tekrar değil, ”imtidad”dır. Elbet diyor bu günün icâbı gelmesi lâzımdır. "Türk milli şuûruna sâhip olursa bu tahakkuk eder.” ve ”bahsettiğimiz imtidad içinde değişiklik budur.”
Bazı partiler zaman zaman, siyaset akademisi falan gibi cafcaflı isimlerle çalışmalar düzenliyorlar, konuşmacı ve/veya hocaları da siyasetçiler oluyor. Kerameti kendinden menkul şeyhler gibi ilmi kendinden menkul zevat… İçişleri Bakanlığı bir yerel yönetimler akademisi kursa ve bütün belediye reislerini bu akademide eğitime tabi tutsa, müfredat olarak Ekrem Hakkı, Yahya Kemal ve Turgut (Cansever) Bey merhumların birkaç makalesi yeter diye düşünüyorum… Her ikisinin de ruhları şad, mekânları cennet olsun.