“Kutsal; dudaklar, diller, damaklar ve dişler için değil, yürekler ve vicdanlar içindir. Kutsal şeyler, gündelik lakırdıların garnitürü olsun diye kutsallaşmadı.” Diyor Arif Nihat Asya. Kim ulu orta kutsaldan bahsediyorsa ondan uzak duralım. Nurettin Topçu 1966 Mart’ında Hareket Dergisinde yazdığı “İş Ahlakı” başlıklı makalesinde Hazreti Ömer’in yaklaşık bindörtyüz yıl önce söylediklerini açıklamış âdeta. “Namuskârlığımızın en büyük düşmanları olan şöhretle serveti, ihtirasla iktidarı âciz bırakacak, bu cazip musibetlere önünde diz çökdürtecek kuvvet, ilâhî kaynaktan gelen bir hareket ahlâkının cemiyet nizâmı haline koyulması, ahlâk ile iktisadın şahane bir anlaşma halinde yaşatılmasıdır.

” İş veya hareket ahlâkına sahip olmayanlar, gerçek mânasiyle işsizlerdir. Bunlar ne yaparlarsa yapsınlar, her hareketleriyle yeryüzünün sefaletini arttırırlar. İsterlerse mahir diplomat veya değerli doktor, pek yüksek mühendis veya sayısız sanayi müesseselerini işleten ünlü teknisyen ve onun milyoner patronu olsunlar, iş ahlâkının dışında durdukları ve ona karşı geldikleri takdirde bu insanların hepsi de işsizdir. Kendileri için olduğu kadar cemiyetleri için ve dolayısiyle insanlık için de bazan zararlı bir varlık, bazan bir belâ veya musibet olurlar. Aynı hutbesinde Hazreti Ömer devamla, “Dikkat ediniz! Bize kim hayır ve iyilik ortaya koyarsa, onun hakkında hayır düşünür ve onu hayırla hatırlar ve överiz. Kim de kötülük ortaya koyarsa, onun hakkında kötü şeyler düşünür, ona kin tutar ve buğz ederiz.  Nefislerinizin kötülüklerine mani olunuz. Zira nefisler arzularına çok düşkündürler. Siz nefislerinizi helak edici kötülüklerden alıkoymazsanız, onlar sizi neticesi felaket olan bir hüsrana sürüklerler.” Buyuruyor. Topçu devam ediyor; “Işığı gösteren yol, hareketlerimizi sonsuzluğa yöneltici yoldur. Sözde Allah'a çevrilen hareketlerinin bile her adımında, her safhasında kendi benliğinin barındığını ve hareketine yalnız başına kendinin kumanda ettiğini fark eden insan benlik gururunu bırakarak, yıkılmada olduğunu düşünmelidir.

Sırf kendimizin olan duyuş ve isteklerle davranırken, âlemin karşısına bir kâbus halinde dikildiğimizi hatırlayalım. Öyle cemiyetler ve öyle insanlar var ki, onlar ne yapsalar dinsizdirler, ne olsalar ruhsuzdurlar. Onların bütün denemeleri, dar bir nizâmın çerçevesi içinde dönüp dolaştıktan sonra yine kendilerine dönüyor. Ancak etrafı yıkmıyor, âlemi karartıyor. Bu darlıkta hem ne büyük kavramlar barınmaktadır: Demokrasiler, dinler, adaletler, bütün yerlerde sürünen sevgiler...” “Harekete geçerken belli gayeler tasarlıyoruz ve hareketin bizzat kendisini bir vasıta halinde küçültüyoruz. Artık isterse davranışımız din için, devlet için veya ailemiz için olsun, bu, Allah'ın unutulması demektir. Hareketlerimize Allah'ın iştiraki burada bitmiştir. Hesaplarımızı bu realitelerin en mahir muhasebe projeleri yapmasını bilenlerden öğrenerek yaptıktan sonra, ancak varacağımız muayyen gayeleri hedef tutarak yürümeye başlıyoruz ve etraftan mahir bir kaptan arayıp buluyoruz. "Bize kuvvet lâzım, bu kaptan bu işi başaracak kadar kuvvetlidir" diyerek onunla yola çıkıyoruz.

"Her harekette bir îman hareketi bulunduğunu" ve her hareketin sonsuzluğa doğru yöneltilmesi lüzumlu olduğunu unutarak bir müddet ilerledikten sonra fırtınaya tutulmamak ve gemiyi kayalara çarpmamak kabil midir? İnsanına hareket ahlâkını aşılayamamış bir millet hangi servetle ve hangi zaferlerle çılgınlaşmış olursa olsun, hakikatin ve hiç şaşmak bilmeyen gerçek âkibetlerin asla yanılmaz hakemliğiyle, mağlûptur, perişandır ve şaşkındır. Böyle bir cemiyet fertlerinin hepsi de bedbaht, hepsi de muzdarip oldukları gibi, kâh bir vehimden zafer ifadesi çıkarırlar; kâh muzaffer olduklarına herkesten önce kendi hasta ve mefluç ruhlarını inandırmak için başkalarına saldırırlar… Bir kere de sonsuzluğa götüren yol tıkandı mı şerirler, hakkı kollariyle kararlarında, genç nesiller hayatın mânasını zavallı bedenlerde, din satıcıları Allah'ı kendi seslerinde ararlar. Hoş veya boş vakit geçirmek emel olur. Büyük şehir, büyük saadetlerin cenneti sayılır. Burada mesut ailelerin emeli bir otomobil sahibi olmaktır ve insanın bütün ideali, daha müreffeh bir hayat, daima daha geniş bir kazanç sahası bulmaktır. Bütün bu yaldızlı, lâkin gerçekte kasvetli ve elemli sahnede bilinmeyen, yaşanmayan şey, sonsuzlukta gayesini bulan harekettir.

Hayat avcılığının binbir çeşidini ortaya koyduğu halde işsizlerle dolan bir cemiyette hakikî iş veya hareket, bugünden hareket ahlâkının tohumlarını serpmekten başka bir şey olamaz. Bu yapılmadıktan sonra istediğimiz kadar medeniyet vasıta ve imkânlariyle şehirlerinizi süsleyin. Hattâ köylerinize refah şartlarını istenildiği kadar bağışlayın ve insanınızı en iyi teknisyen seviyesine yükseltiniz. Bunların hepsi, hareket ahlakının dışında kalacak bir cemiyet için, kendi elemlerini ve acılarını arttırmaktan başka bir şeye yaramayacaktır.

Sözler, söyleyen ve söylendiği yer dikkate alındığında bazen her hangi bir yerde herhangi biri tarafından söylendiğinden çok daha fazla vahamet taşır. “Van münit” zaferinin sene- i devriyesinde, “daha da gelmem” dediğiniz yerde, “başkan” olmanız halinde yerinizegeçecek en kuvvetli isimlerden olan, “hoca” sanılan ve bu ülkenin aydınlarını etkilemiş biri; “Kur’ân’ın en temel değeri insan onurudur. Demokrasinin de temelinde insan onuru yatar. İkisi birbiriyle çelişmez vb.” herzeleri yiyebiliyorsa, bu zatın bu güne kadar yazdığı ve söylediklerini yeniden dikkatle düşünmeliyiz. Olup bitenler Hazreti Ömer ve Nurettin Topçu’nun söylediklerine ne kadar benziyor değil mi? Sayın Başbakan, ya siz ne düşünüyorsunuz?

ŞİİR

DEĞİL

Arif Nihat Asya

Kutsal konuları inananlara bırak...

Onlar senin maskaran değil;

Memleket îmânı

Senin yaygaran değil.

Ve Türk'ün îman ateşi

Senin sigaran değil.

Kitabımı yırtmışsın…

Kitabım senin paçavran değil,

Dinlemesini bilen anlar sözümden

Çıldıran değil, saldıran değil, kuduran değil!

Döndürüp durma elinde devrimleri;

Devrimler senin makaran değil.

Şehitlerden söz etme;

Onlar senin kadavran değil.

Yaklaşma türbelerle mezarlara…

Kutsal yerler senin kamaran değil.

Temiz eller kurmuştur bu memleketi,

Senin zembereğini kuran değil.

Ağzına alma Atatürk'ü…

Atatürk senin gargaran değil.

TEMBİH

Davutoğlu ile “aynı camiadan” olduğunu ifade eden, “ilginç” bir değerlendirme, adını ilk

defa duyduğum Mehmet Emin Akın tarafından, 4 Şubat 2013 te Vahdet Haber’de yapılmış.

“İçeriden” bir bakış olarak okunabilir.