fıtratına da. Hem akla hem de insanın fıtratına yani yaratılışına aykırı olan bir durum nasıl oluyor da değişikliğe uğrayarak tam tersi bir durumla iç içe kılıyor insanı? Bu değişimin ve dönüşümün nasıl olduğunu ve niçin olduğunu anlamak için topluma göz atmak durumundayız. İnsan, kötülüğü sonradan öğrenir, birisine düşmanlık beslemeyi doğuştan getirmez; sonradan öğrenir, kazanır. Toplumda önde olan kişiler ve bunlara dâhil olan yazarlar, şairler, sanatçılar da hâl ve hareketleri, tavır ve davranışları ile diğer insanlara rol model, örnek olduğu için bu kişiler bunlara dikkat etmek durumundadır. Bu bilinçle hareket etmedikleri takdirde toplumun değer yargılarını da altüst etmiş olurlar. Yazarların, şairlerin ve hatiplerin ortaya koymuş oldukları eserlerin toplamı edebiyatı oluşturur. Peki, edebiyat nedir? Edebiyat, Güncel Türkçe Sözlük’te “Olay, düşünce, duygu ve hayallerin dil aracılığıyla sözlü veya yazılı olarak biçimlendirilmesi sanatı, yazın (II), gökçe yazın” şeklinde bir açıklanmış. Edebiyat kelimesinin tarih boyunca hangi anlam halkalarında kullanıldığını burada geniş bir şekilde anlatmaya imkân yok, bunun gereği de yok. Ama şunun da iyi bilinmesi gerekir ki edebiyat, edepten ve ahlâktan uzak ve ayrı bir kavram değildir. Edebiyatın ahlâkla iç içe olduğunu bunların birbirlerini beslediğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Beslenme daha çok edebiyattan ahlâka doğru olduğunu söylemeden geçmeyelim. Edebiyat ile ahlâk bu kadar içli dışlı ise edebiyatçıların bu konuda neler düşündüklerine bir göz atalım isterseniz. Konuyla ilgili olarak Yağmur dergisinin 34. sayısında yayımlanan Betül Coşkun imzalı “Edebiyat ve Ahlâk” başlıklı yazıya bir göz attığımızda edebiyatçıların –daha çok da Tanzimat dönemi sanatçıların- farklı anlayışlarda olduklarını görüyoruz. Bunun, sanat anlayışlarındaki farklılıktan kaynaklandığını da anlamak mümkün. “Hocaların hocası”, bizim de hocamız olan M. Orhan Okay’a göre, aynı zamanda bir “İslâm şairi” olan Namık Kemal “Hakikat-i hâlde lâfzen edebiyatın me’haz-ı iştikâkı edeb ise, manen edebin masdar-ı intişârı edebiyattır.” diyerek edebiyatın kökü ile güzel ahlak anlamındaki edebin aynı kökten türemeleri hasebiyle şekil olarak edebiyatın da aynı anlamı içermesi gerektiğini, dolayısıyla da edebiyatın edebin içerdiği anlam etrafında oluşturulması gerektiğini söylemektedir. Edebiyatın “güzel ahlâk, terbiye” anlamına gelen edepten ayrı olması asla söz konusu olamaz. Bir Müslüman için bunun olduğunu, olması gerektiğini herkes bilir ama farklı şekillerde ifade edebilir. Meselâ, kendisini muhafazakâr olarak tanımlayan İskender Pala, “Muhafazakâr; millî, manevî değerlere, eserlere, âdet ve geleneklere bağlı olan, onları korumak, yaşatmak, devam ettirmek isteyen kişidir.” şeklinde açıklar. Aslında söylenmek istenen aynı şeydir. İki Cihan Güneşi Peygamber Efendimiz (sallahu aleyhi vesellem) bir hadis-i şeriflerinde “Eddebenî rabbî fe ahsene tedibi.” Yani “Rabbim terbiye etti; terbiyemi ne de güzel yaptı!..” beyan buyurmuşlardır. Görüldüğü gibi burada edep kelimesi terbiye anlamında kullanılmıştır. Terbiye kelimesinin de ahlâk kelimesiyle anlam bağlantısının olduğu bir hakikattir. Bu edebiyatı bu anlam bağlantısından uzaklaştırmak isteyenler bugün yaptıklarını “yazın” olarak eserlerini de “yazın ürünü” olarak nitelendirmektedirler. Hâliyle her “yazın” kelimesindeki anlam derinliği edebiyat kelimesindeki kadar yoktur. Bu kelimeyi kullananların bundan alındıkları da söylenemez zaten. Çünkü onlar zaten yazdıklarının “edep, terbiye, güzel ahlâk” gibi kavramlarla kesişmesini istememektedirler. Daha açık söylemek gerekirse edebiyatın “din algısı ve çağrışımı”ndan uzak olmasını istemektedirler. Her şiir ve yazı, toplumun istifadesine sunulmuş metinlerdir. Toplumu oluşturan her bir fert bu metinleri okur ve kendince bir şeyler anlar, anladığı miktarınca da gereğini yapar. Bu metinler ahlâk açısından iyi ve güzel örnekler sunar ise toplum da ona göre şekil alır. Yoksa, toplumun ahlâki değerleriyle ters düşen onu aşağılayan, insanların kimisini değerli kimisini değersiz gibi gösteren bir dünya ortaya koyuyorsa onun edepten nasibi yok demektir. Hâsılı, önde olan kişilerin yazıları, sözleri ve davranışlarıyla topluma örnek olmaları aynı zamanda bireysel bir sorumluluklarının bir gereğidir. Toplumu oluşturan her bir fert bir sorumluluk sahibidir ve insan başıboş bırakılmış değildir. İnsan, yapıp ettiklerinden, söyleyip yazdıklarından bir gün Yüce Yaratıcı tarafından hesaba çekilecektir. Herkes gibi şair ve yazarlar da yapıp ettiklerinden yazıp çizdiklerinden “hesaba çekilmeden” kendini hesaba çekmek zorundadır. Rabbim cümlemizi, hesabını kolay verenlerden eylesin.