Mehmet Akyol’un geçen hafta Cuma günü okul çıkışında elîm bir trafik kazasıyla

bu fâni âlemden bâkî âleme, asıl yurdumuza intikal ederek aramızdan ayrılmış olmasıdır.

Kılıçaslan Eğitim Kurumları Genel Müdürü, okul müdürleri ve bir grup öğretmenle ailesine, sevenlerine

taziyelerimizi sunmak, cenaze namazını kılmak, naşını defnetmek üzere merhum Hocamızın memleketine

gittik. Yolculuğumuz süresince, Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in "Ölecek miyim tam da söyleyecek çağımda/

Söylenmedik cümlenin hasreti dudağımda" dizeleri zihnimde dolaşıyordu.

Baba ocağına vardığımızda, bizi altmışını aşmış, çok muhterem, nurlarla bembeyaz olmuş saçlarıyla daha

da hürmeti hak eden bir baba karşıladı. Bu yaralı babanın, taziye için gelen her arkadaşımıza sarıldıkça

söylediği “Memed’imi kaybettim. Memed’im yok artık.” sözleri yüreklerimizi tekrar tekrar yaktı. Bir babanın

yüreğine düşen ateşin sıcaklığıyla bizler orada kavruluyorduk. Bir babanın bir annenin yüreğindeki yangını

kaç itfaiye söndürebilir acaba?

Muğla-Milas Şenköy köyü bu kadar kalabalığı daha önce hiç görmemişti. Ömründe hiçbir cemaatini

dışarıda bırakmayan Şenköy Camii, öğle namazında bu kez, cemaatin hepsini alamamıştı bir anda. Bilseydi

daha öncelerden hazırlanırdı bu güzel insanların geleceğini.

Öğle namazını müteakip görkemli kalabalığın iştirak ettiği cenaze namazından sonra köyün bir buçuk

kilometre uzağındaki mezarlığa gidildi. Mezarlar bazı yerlerde bir arada bazı yerlerdeyse her bahçede birerli

ikişerli şeklinde dağınık hâlde. Merhumun mezarının, zeytin ağaçları arasında yemyeşil bir bahçede

kazıldığını gördük. Bahar aylarında, kar, yağmur sularının aktığı bir derenin kenarındaki bu bahçede Cennet

nimetlerinden birer numune iki güzel ağaç: zeytin ve nar. Onun mezarı, bu her iki ağacın serin gölgesi

altında bir Cennet bahçesini andırmakta.

Merhumun naşı defnedilirken sureler, aşr-ı şerifler okundu. Bu kadar kısa bir ömürde böyle edinilmiş

güzel şahitlerin gözyaşları sel olup aktı. Merhumun naşını defnettikten sonra, ailesine, akrabalarına orada

tekrar taziyelerde bulunduk ve içimiz buruk bir şekilde ayrıldık. Mezarlıkta kalabalık dağılırken ak saçlı

dedenin, genç torununa sarılırken söyledikleri yüreklerimizi tekrar tekrar dağladı, gözlerimizden nisan

yağmurları sağanak hâlinde yağdı.

Mehmet Akyol, ahlâkı, edebi hem şahsında hem de mesleğinde yaşayan alperenlerden biriydi. Hem

ismiyle hem de soy ismiyle müsemma idi: Hem Muhammedî hem de yaşama ve yaşatma tarzı ile “ak yol”un

yolucusuydu; anlattıklarında bir karalık, karamsarlık söz konusu yoktu. Dine, devlete, millete hizmetle dolu

dolu yaşanmış güzel bir ömür bırakıp gitti. Mevlâ’m hizmetlerini yeterli gördü ki bu gencecik çağda onu

yanına aldı. Muhterem babası Hafız Mustafa Akyol’un sözleri bu durumu gayet güzel anlatmaktadır: “Allah

bizden daha çok sevmiş ki onu yanına aldı.”

Mehmet Hocamızı tanımak için yüreği yanık babasını dinleyelim: “Ben ahlâkı oğlumdan öğrendim. Bir

insanın hiç mi kötü sözü olmaz. Ben hiç duymadım. Hep anneciğim, babacığım, duanıza muhtacız, bize dua

edin, derdi. Bu güzel hizmetler için öteye beriye gideceği bir gün “Oğlum bu gidiş gelişlerinin yol parasını size

veriyorlar mı?” diye sordu. Merhum bana biraz da sitem ederek “Baba, sen ne diyorsun, biz sadece bu dünya

için mi varız? Bunun bir de ahireti var. Sadece burası için mi çalışacağız?” deyişini hiçbir zaman unutmam.”

Merhumu, yakın mesai arkadaşları da şöyle anlatıyor: Hocamız, fıtratı icabı çok da konuşmazdı.

Konuştuğunda hep ibret alınacak, ders verici sözler söylerdi. En son birlikte kıldığımız ikindi namazından

sonra da bize güzel bir ders yapıp ayrılmıştı. Onun hayatı eğitim öğretim hizmetlerinden başka bir şey

değildi. Hafta sonlarını da daima öğrencileriyle geçirir, mutlaka bir program dahilinde olurdu. Her gün bir

cüz okur, ayda bir hatim indirirdi. Eğitim öğretim işlerinden sonra bulduğu her fırsatta Kur’an okurdu. Son

kez katıldığı İstiklâl Marşı töreninin ardından bütün okula el sallayarak okuldan ayrılmıştı. Demek ki

sevenlerine belki de bilmeden bir “elveda” demişti. Vefatından bir hafta önce de kahvaltıya davet ederek

mesai arkadaşlarına ikramda bulunmuştu.

Merhum Hocamız gibi genç yaşta vefat edenler, bana, Yunus Emre’nin o güzel ilahisini hatırlatır: “Bu

dünyada bir nesneye/ Yanar içim göynür özüm/ Yiğit iken ölenlere/ Gök ekini biçmiş gibi.”. Hocamız, meyve

vererek bu hayata veda etmişti. Cenazesinde onun yetiştirdiği talebelerini de onların vefasını da gördük,

şahit olduk.

Rabbim, mekânını Cennet eylesin, ailesine, yakınlarına ve sevenlerine güzel sabırlar versin.