. Çünkü irade denilen şey bizim yani insanoğlunun dışında varolan yaratılan hiçbir mevcudat için geçerli değildir. Nasıl ki bizler de henüz akil baliğ olmamışken ya da ihtiyarlıktan bunadığımızda ya da aklımızı herhangi bir sebeple yitirdiğimizde davranışlarımızdan sorumlu olmuyoruz. Bu irademizin elimizde olmayışından kaynaklanan bir serbestlik verir bize.

Büluğa erene kadar yaşadığımız hayat, sorumluluklardan azade olduğumuz günlerdir. Ne zaman ki büluğa ereriz o vakit teklifle, mükellefiyetlerimizle karşı karşıya geliriz. Çünkü aklımız başımıza gelmiştir. İrade dediğimiz şey kendisini göstermeye başlamıştır. Yani, nefsimiz bilinçli bir şekilde kendimizden ve hayattan bir şeyler istemeye, talep etmeye başlamıştır. İrade benliğimizin olgunluğunu kazanmaya başlamasının da işaretidir.

Çocukluğun safiyetinden benliğimizin istekleriyle karşılaştıkça uzaklaşırız. Çünkü ‘ben’ sürekli dileklerinin yerine getirilmesi konusunda baskı yapmaya başlar. Oysa varlığımız benliğin isteklerinin tamamen zıddı şeylerle kendini doygunluğa ulaştırır. İrademiz de hayatımız, aklımız gibi bizim içimizde olan ama bizim irademiz dışında bize verilen bir özelliktir. İrade insanın fiillerini gerçekleştirmek için zorunlu olan şeydir. Hiç bir şeyi dilemeden yapamayız. İstemeden yapmayız. İstemediğimiz şeyleri yapmak ya da yaşamak zorunda kaldığımızda bunları rızamızın dışında gerçekleşmiş farzeder, ya cebren boyun eğeriz, ya da isyan ederiz.

İrade dilenen ve istenilen şeyleri yöneten ve yönlendiren hissimiz olduğundan eylemlerimiz tamamen irademize bağlıdır. İstersek irademizi, yani istek ve dileklerimizi aklımız doğrultusunda kullanır, böylelikle yaratılışımıza uygun davranıp ruhumuzla ters düşmeden, ruhumuzun rıza göstereceği bir hayat yaşarız. İstersek irademizi aklımızdan özgürleştirip, benliğimizin emrine veririz. Bu durumda dileyip isteme yetisini bencilce kullanmış oluruz. İrademizi bencilliğin emrine verdiğimizde, aklımızı da kendimizi kandırmanın, benliğimizin mantık dışı isteklerini kendimize meşrulaştırıp, suçluluk duygusundan kurtullmanın bir aleti olarak kullanmaya başlarız. Bu durumda ne irademiz irade olabilir, ne de aklımız akıl olma özelliğiyle kalır.

İrade bir şeyin ‘ol’masını istemektir sanıyorum. Olmasını istemek, dilemek, arzu etmek o şeyin olması, yani gerçekleşmesinin tek sebebi ve varoluş gayesini ortaya koyar. Söz gelimi, yolculuğumuzu daha rahat ve daha hızlı yapmak isteyişimiz, bizi otomobil denilen bir makine olması fikrine götürür. Bunun olmasını istediğimiz anda eğer bu isteğimizi gerçekleştirirsek, yolculuğun rahat olması fikri arababın varoluş gayesini meydana getirir. Araba insana yolda kalıp eziyet vermek, benzinini tüketip yolda bırakmak, parçasını kırıp masraf çıkartmak maksadı ile var olmamıştır. Eğer tüm bunlar bir arabadan sadır oluyorsa o araba varoluş gayesini yerine getiremiyor demektir. Ve biz bu tür bir arabadan kurtulmak isteriz.

İçgüdülerimiz de bizim bineğimiz. Bunların varoluş gayesi, insanın hayatta kalması için istemek, dilemek zorunda olduğu temel dürtüleri gerektiği anda harekete geçirmek üzere kurulmuş. Yani insan insan olma haliyle acıktığı vakit açlığı görmezden gelebilir. Bu görmezden geliş insanın fizyolojik yapısı bakımından hayati bir tehlikedir. Bu yüzden yakıtı biten arabanın yakıt göstergesi gibi fizyolojimiz  otomatik olarak harekete geçer ve insan için gerekli olan yakıtın azaldığını haber verir. Benliğimizin kötü huyu olarak ortaya çıkan bütün hasletler aslında insanın fizyolojik varlığıın sürdürmesi için gereken asgari ihtiyaçları insana hatırlatmak için konulmuş birer uyarı sinyali gibidir. Fakat içgüdülerimizin yine kendi özelliklerinden biri tat ve haz alma özelliğidir. Tak ve haz almak fizyolojik ihtiyaçların önüne ve üzerine geçtiğinde, fizyolojik hayat için gerekli olan temel ihtiyaçlar birer amaç haline dönüşür. Haz ve tat  amaç haline geldiğinde irade (isteme/dileme yetisi) bencil içgüdülerimizin eline geçer. Yukarda söylediğim durumlar ortaya çıkar.

Varlığımızla benliğmizin arasında sürüp giden isteklerimizi yönetme çatışmasını farkettiğimiz andan itibaren bir arayışa koyuluyoruz. İrademizi içgüdülerimizin elinden kurtarmaya çalışıyoruz. İnsan olmayı dileyip, insan olmayı gerçekleştirmek için girişiyoruz bu çabaya. Çünkü irademizin bize yoklediği sorumluğun farkına vardığımızda, benliğimizin üzerinde kaybettiğimiz insani otoritemizi yeniden kazanmak için başka yol bulamıyoruz.

İçimizdeki ülkenin idaresi kimin elinde? Bu ülkenin sakinleri, koruyup kollamakla, besleyip iaşesini temin etmekle, dışarıya karşı koramakla mükellef bütün melekeler uyum içinde mi? Yoksa görevlilerin bazıları asıl görevlerini unutarak, durumdan vazife çıkarıp ihtilal yapmaya mı çalışıyor. İşte içimizdeki düzenin tesisi irademize bağlı. İrademizi hangi duyu, duygu veya dürtülerimizin eline teslim ediyoruz. Bu görevi ifa eden yanımız ehil midir? İrademizle ilgili tek sorunumuz budur...