İsterseniz zihin kameramızı, o tarih sahnesinde yeniden varoluş hamlesini yaptığımız şahlanış günlerine doğru bir çevirelim: Altı asırdır insanlığa insanlık dersi veren Osmanlı, son zamanlarını yaşamakta, tarihi görevini yerine getirmiş ama gücü takati kalmamış bir vaziyettedir. Osmanlı, yine kendisinin yetiştirdiği askeri, siyaset adamı ve münevverleriyle Türk’ün yeniden var oluş hamlesini bu defa Anadolu’da gerçekleştirmektedir. İş, şimdi, milletin kendisine düşmüştür. Milletin bizatihi kendisi yani sadece askerleri değil; çoluk çocuğuyla, erkeğiyle kızıyla, genciyle yaşlısıyla yedi düvele karşı o kıt imkânlarla özgürlüğünü haykırmaktadır. 23 Nisan 1920’de, Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi açılmış, Fakat Anadolu’nun dört bir tarafı düşmanlarca işgal edilmiş vaziyettedir. Bu işgallerin ortadan kaldırılması, Misak-ı Millî sınırlarının içerisinde kalan toprakların düşman kuvvetlerinden temizlenerek istiklâlimizin ilân edilmesi söz konusudur.
Bütün milletlerin millî marşları vardır. Türkiye Büyük Millet Meclisi de milletin varlığının ve bağımsızlığının ana tema olarak işlendiği bir “millî marş”ımızın olması için 500 Türk lirası ödüllü bir yarışma açar. Yarışmaya 724 şiir gelir. Maarif Vekili Hamdullah Suphi Tanrıöver, bu şiirlerin hiçbirinin, bu milletin değerlerini ve bağımsızlığını yansıtmadığı kanaatindedir. Gelen şiirler arasında, millî konularda çok hassas olduğu bilinen Mehmet Akif’in şiiri yoktur. Çünkü Akif, millet adına yazılacak bir marş için ödül konmasına razı değildir. Hamdullah Suphi’nin ricası ve ödül olmamak kaydıyla Akif’in şiir yazması sağlanır. Mehmet Akif, Ankara’da Taceddin Dergâhı’na kapanır, İstiklâl Marşı’nı yazar. 724 şiir arasından seçilen 7 şiirle birlikte Mehmet Akif’in şiiri de Meclis’te okunur. Akif’in şiiri arka arkaya üç defa okunarak “millî marş”ımız olarak kabul edilir. İstiklâl Marşı’mızı gerek içerik gerekse diğer şiir nitelikleri açısından diğer şiirlerle mukayese ettiğimizde –ki mukayese edilemeyecek kadar bir farklılık söz konusudur- Üstat Mehmet Akif’in şiirinin ne kadar da onlardan ayrı ve üstün nitelikte olduğu görülecektir. Görülmüştür ki diğerleri değil de Üstat Mehmet Akif’in şiiri “millî marş”ımız olarak kabul edilmiştir.
Zihin kameramızı o yakın geçmişimizden bugünlere çevirdiğimizde bazen coşku bazen hüzün kaplar beni. İstiklâlimizi haykıran bu müstesna metni bazı öğrencilerin gür bir sesle haykırışları karşısında gözlerim dolar, sevinç çağlayanları zihnimin ve kalbimin zümrüt tepelerinde gürüldeye çağıldaya akarken, diğer taraftan, bazılarının da söyler gibi söylemez gibi yaparak geçiştirmeleri beni derinden üzer, bu sebeple, kalbimin koridorlarında hüzün türküleri yankılanır.
O sert, amansız ve pervasız poyrazlar karşısında nazlı nazlı dalgalanan bayrağımın altında istiklâlimi “korkma”dan, hür olarak “Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım/Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!” diyerek geçmiş ve gelecek bütün milletlere, Türk’ün gür ve boğulmaz sesini ilân ettiğimi düşünürüm. Merhum üstat Mehmet Akif, Türk’ün özelliklerini İstiklâl Marşı’mızın her dizesine, milletimize ait değerleri nakış nakış işlemiştir. Milletimizin kıyamete kadar hür ve bağımsız olarak yaşamasının şartlarını bu altın dizelerde dile getirmiştir. Bazıları bunlardan çok da rahatsız oldukları için İstiklâl Marşı’mızın yerine alternatif marş üretmenin çabası içerisine girmişlerdi.
Bu millet, İstiklâl Marşı’mızla, Türk milletinin tarih boyunca hep hür yaşadığını, İslam’ın son karakolu olduğunu, şehit kanlarıyla sulanmış bu vatan toprağında ezanın dinmeyeceğini, bayrağın inmeyeceğini haykırmıştır.
İstiklâl Marşı’mızın şairi, henüz vefat etmeden evvel, hasta döşeğinde kendisine, böyle bir mesele sorulduğunda, Merhum Mehmet Akif’in: “O şiir bir daha yazılamaz, onu ben de yazamam; onu yazmak için o günleri görmek, o günleri yaşamak lâzım. Allah, bir daha bu millete bir İstiklâl Marşı yazdırmasın.”sözüne ve yüreklerinin derinliklerinden gelen bu samimi ve ihlâslı duasına, aynı ton ve duyguyla “âmin!” diyoruz.
İstiklâl Marşı’mızın “Korkma!” nidasıyla başlamasının başlıca sebeplerinden biri ve en önemlisi, Hz. Peygamber’in(sallallahu aleyhi vesellem) Hz. Ebubekir(r.a.) ile Mekke’den Medine’ye hicreti esnasında Sevr mağarasında müşriklerin Efendimizi görerek, ona zarar vermeleri endişesi üzerine Peygamberimizin lâl ü güher sözlerinin Kur’an-ı Kerim’de de anlatıldığı(Tevbe: 40) “Korkma, Allah bizimledir!” ayetinin bir yansımasıdır. Burada, “On asırdır İslâm’ın bayraktarlığını yapan Türk milleti, korkma, Allah seni zayi etmeyecektir.” denilmektedir. Evet, Dede Korkut da öyle demişti: “Ahir zamanda hanlık tekrar Kayı’ya geçecek. Kimse ellerinden alamayacak, ahir zaman olup kıyamet kopuncaya kadar.”
Evet, günümüzde yaşananlar şunu gösteriyor ki Allah, bu milleti zayii etmeyecek, yedi düvelin oyunları karşısında hep onu galip çıkaracaktır. Yeter ki İstiklâl Marşı’mızda dile getirilen değerlere sahip çıkalım, onları yaşayalım ve yaşatalım.
Hüseyin SAY