Kırmızıgül, kendini müzikte ifade ettiği dönemde benimsediği saund, köyden (doğu) kente (batı) göç etmiş, fakât henüz şehir hayatına ayak uyduramamış bir kesimi, bu kesmin ruh hâlini yansıtıyordu. Bu yönüyle Türkiye’ye özgü bir doğu-batı çelişkisi ortaya koyuyordu. Oysa genel entelektüel konjonktür, kentli olmayı, köylü olmanın yanında bir medeniyet tasavvuru olarak öne sürer. Dolayısıyla Kırmızıgül’ün müziği, şehirli olması beklenen bu kesimin, şehre adapte olamamasına bir övgü olarak algılandığı için yadırganıyordu. Oysa Kırmızıgül’ün bu şekilde bir algılayışa sebebiyet veren müzikâl saundunu, sinemada da aynen muhafaza ettiği kanaati, bizdeki entelektüel camianın yanılgısına pek de az düşmediği bir önyargısına tekabül ediyor. Yani Kırmızıgül ile ilgili esas problemin, yaptığı müziği yadırgayan bu kesime sinemasını beğendirme çabasından kaynaklandığı söylenebilir.
Kırmızıgül’ün, sinemasında temel olarak doğu-batı sorununu ele aldığı söylenebilir. Aslında müziğinin saunduna şekil veren köyden kente göç teması da yine bu, doğu-batı olan sorunun farklı bir tezahürüydü. Ancak şehrin varoşlarına, lümpenliğe hitap eden müzikal saundunun aksine, sinemasının Türkiye’nin gelişen orta sınıfını da gözeten, ona hitap eden bir yanı var. Bu tam da olması gereken bir şeydir aslında. Zira popüler sanat orta sınıfa hitap etmesi beklenen sanattır. Dolayısıyla Kırmızıgül’ün sinemasını, müziğinin doğrudan bir tezahürü olarak görmek yanılgıdır. Mahsun Kırmızıgül sinemasındaki doğu-batı problemi, yalnızca köyden kente göç problemine sıkışmayarak salt bu ahvâli yaşayan kesme hitap etmenin ötesine geçiyor.
Masun Kırmızıgül’ün sinemada ele aldığı doğu-batı meselesi, meselenin birçok tezahürüne birden yer veren, daha makro bir mesele. Mesele öyle çeşitli tezahürleriyle işleniyor ki köyden kente göçten başlıyor, Ortadoğu-Amerika meselesine kadar varıyor. Arada yine bu tema ile ilişkilendirilebilecek eşcinsellik, göçmen sorunu, Kürt meselesi, eski-yeni çatışması, İslamofobi, ahlâki dejenerasyon temaları da bu iki uç arasında yer verilen, temeldeki doğu-batı meselesinin diğer tezahürleri olarak görülebilir. Yani sinemacı Mahsun Kırmızıgül, müzisyen Mahsun Kırmızıgül’ün saundunu belirleyen o tek bir yönden bakarak belirlemiyor temasını; üstelik şehre ayak uyduramamayı da övmüyor.
Kırmızıgül sinemasının kayda değer ikinci boyutu ise büyük prodüksiyonlar olması. Türk sinemasının en büyük problemi büyük prodüksiyon çekilememesiydi. Bunun bir sonucu olarak, bu topraklara özgü bilindik birçok mesele sinema kurgusu içinde işlenememiş, bazı istisnalar ise ancak devlet desteği ile mümkün olabilmişti. Dolayısıyla Türk sinemasının uluslararası alanda başarı sağlayabildiği yapımlar, genelde ikili insan ilişkilerini anlatan, omuz kamerasının çekim için kâfi geldiği dramlardı. Mahsun Kırmızıgül’ün şimdiye kadarki dört filmi ile Türk sinemasına en önemli katkısı, burada büyük prodüksiyon çekilemeyeceği kanaatini yıkmak olmuştur! Hele de son filmi Mucize’ye bakıldığında daha iyi görülebiliyor bu. Ama bu da diğer bir nokta olarak ayrı bir sorunu görünür kılıyor; bir filmin büyük prodüksiyonla çekilmesinin de o filmi iyi bir film yapmaya yetmeyeceği sorununu. Kırmızıgül sinemasıyla ilgili asıl problem aslında tam da budur.
Sinema, gündelik hayatın realizmine en çok yaklaşma iddiasındaki bir sanat olarak, diğer sanat dallarına oranla daha fazla değişkeni bünyesinde barındırır. Kaldı ki tek başına bir hikâyenin bile öz ve biçim özelliği dışında kendince bir içsel tutarlılığa sahip olması gerektiği düşünüldüğünde bu iki değişken, daha başlangıçta kendine üçüncü bir değişkeni eklemiş olur. Ama anlatım unsuru sinema sanatın özelinde çeşitlendikçe, söz konusu değişkenler de birer problem olarak artmaya başlar. Dolayısıyla ham bir hikâyenin senaryoya dönüşmesi, senaryonun filme tatbiki, görüntünün kalitesi, oyuncuların performansı, ses ve görüntü efektleri… Derken bütün bu değişkenlerin birbirleriyle tutarlılıkla işlenmesi başlı başına bir üst problem hâlini alır. İyi bir hikâyeyi iyi bir senaryo hâline getiremeyebilirsiniz. İyi bir senaryoyu iyi bir prodüksiyonla buluşturamayabilirsiniz. Veya iyi bir prodüksiyonda bile oyuncuların performansı her şeyi berbat edebilir. Kötü bir senaryoyu, iyi bir oyuncu kadrosu, büyük bir prodüksiyonla tatbik ettiğinizde bir şeyler fark edilir ama bu büyük prodüksiyonun perdelemesi sonucu, olumsuz neyin fark edildiği anlaşılmayabilir. İşte Mahsun Kırmızıgül sinemasında belki birçok kişinin fark edemediği kusur tam da bundan, yani senaryodaki kusurları, büyük prodüksiyona özgü özelliklerin perdelemesinden kaynaklanıyor.
Görsel efektlerin, mizansenin, oyuncu performansının olanca realizmine mukabil, gerek repliklerdeki gerek bazı sahnelerdeki romantizm, Kırmızıgül sinemasına özgü esas problemin senaryodan kaynaklandığının işaretleriyle dolu. Kırmızıgül’ün anlatmaya çalıştığı her bir filme konu olan hikâyelerin belirli bir seyirden yoksunluğu da ayrıca göze çarpıyor. Hikâye bir karakterin hikâyesiyken, ardından başka bir karakter hikâyeyi alıp götürebiliyor. Senaryonun içsel bir tutarlılığı olmalıdır. Bir konu senaryoya aktarılırken fazlasıyla romantik bir yöntem de seçilebilir, realist bir yöntem de… Konuya göre değişir bu. Fakât Kırmızıgül’ün filmlerinde bu iki yöntemin bir aradalığı, bir çeşitlilikten, belki deneysel bir girişim olmaktan ziyâde aslında senaryonun her iki yöntemle de aktarılamadığı kanaati uyandırıyor. Ayrıca hem ana temayla hem konu bütünlüğü ile pek alâkalı olmayan sahneler, çoğu lüzumsuz, basmakalıp replikler mevcut. Bu şekilde hem bazı sahneler hem de birçok diyalog bütüne hizmet etmediği için lüzumsuz duruyor. Ayrıca meselâ bir hücre evi baskınında o şekilde bir estetik çatışma olmaz. Anadolu eşkıyaları atlı süvari değil piyade nizamında hareket eder. Kimse kendisine silah çevirmiş bir gruba karşı kung fu yapmaya kalkışmaz. Bu örnekler filmlerden cımbızla çekilmiş detaylar değil. Düşününce ilk akla gelenler sadece. “Çok mu önemli detaylar bunlar” diyebilirsiniz. Şayet gerçeklik yaratmaya çalışıyorsanız: Evet.
Kırmızıgül sinemasındaki esas problem sadece ve sadece senaryodan kaynaklanıyor. Yoksa “birden fazla temanın aynı hikâye dâhilinde işlenmeye çalışılması” ile ilgili eleştiriler tek başına haksızdır. Çünkü kimi hikâyelerde, genel kurgunun kaldırabildiği nispette farklı temalar işlenebilir. Bence Güneşi Gördüm bu açıdan bakıldığında farklı temaları kaldırabilir bir hikâyeydi. Sorunu Kırmızıgül’ün yönetmenliğinde değil, senaristliğinde aramak gerekir.
Mahsun Kırmızıgül’ün rejisör olarak sinema sanatı düzleminden ifade etmek istediği problemler olabilir. Fakât senaryo yazımı başlı başına bir uzmanlığı gerektirir. Bir yönetmenin kendi sinopsisini, senaryo yazım sürecinde bu işin uzmanına bırakması onun sinemacılığına, özgün bir tarz geliştirme iddiasına zevâl getirmez. Kırmızıgül senaryo sürecini bu işin uzmanlarına bırakırsa, biz eleştirmenler de sinemasındaki hümanizmden, samimiyetten ve diğer müspet unsurlardan daha fazla bahsetme imkânı buluruz.