niyetleniyorum. Öyle kolay değil. Otuz yılı bulan bir birikimden bahsediyorum. Dile kolay, otuz yıllık deneyim ve gözlem...

Gözlemlerle ilgili problem yok ama, deneyimler biraz travmatik sonuçlara yol açmadı desem yalan olur. Mesela tam otuz yıldır arkadaşlık, hatta ötesinde dostluk yaptığınız biri çıkıp, bu kadar uzun süre bir yerde çalışsam emekli olurdum. Artık yoruldum dediğinde ne hissedilir. Ne düşünülür? Ben karşılaştım böyle bir durumla. Doğrusunu söylemek gerekirse çok kırıldım başta. Çünkü hangi saiklerden beslenirse beslensin, ne tür ortak paydalarla zenginleşirse zenginleşsin arkadaşlık duygusal bir bağdır bana göre. Dolayısıyla arkadaşlıklarda duygusal tepkilerin yer bulması son derece doğaldı. Sonra oturup kendimi sıkı sıkıya bir hesaba çektim. Yüzüme vurulan hatalarımla yeniden yüzleştim. Hoş bir durum değildi. Hata yapmış olmak, bilerek veya bilmeyerek sevdiğim birini kırıp dökmüş, üzmüş ve yormuş olmak hiç hoş bir durum değildi. Ama bütün bunların yüzüme vurulmuş, başıma kakılmış olması daha kötüydü. Ağırdı. Otuz yıllık bir ömrün tüm sorumluluğunu tek başıma üstlenmiş olarak kendimle başbaşa kaldığımda en sonunda kendimi düşünmek aklıma geldi. Beni her nevi kabahatle donatan arkadaşım hangi gezegenden gelmişti. Yoksa farkında olmadan yıllar yılı bir ermişle hatta ondan da ileri bir melekle mi arkadaşlık yapmıştım. İşte o zaman, affettiğim şeyler geldi aklıma. Unutmadığım, ama dile getirmemeyi erdem saydığım yanlışları, bile bile yapılan kırıcı davranışları birer birer yeniden yaşadım. Çünkü bunlar yaşandığında susmuştum. Affetmiştim, bağışlamıştım ve unutmuştum. "İyilik yaptığında unut, iyilik gördüğünde unutma" diyen başka bir arkadaşım geldi aklıma. Yeniden ve uzun süre sessizliğe gömülmeyi tercih ettim.

Bu arada çocukluktan başlayarak tüm arkadaşlarım resmi geçit yaptı hafızamda. İyi oldu, eğlenceli oldu bu hatırlama eylemi. Zaman zaman hüzünlendim. Zaman zaman eğlendim. Yaşlandığımı biraz daha fazla hissettim. Bir zaman çok önem verdiğim olmazsa olmaz saydığım bir çok insanı hatırladım. Şimdilerde ne yaptıklarını merak ettim. Hayat onları nerelere götürmüştü acaba? Çoğunu hatırlayamadığım okul arkadaşlarım, gençlikte tanışıp birlikte her haltı yediğim arkadaşlarım, hayatım boyunca gezindiğim, savrulduğum, derinlerine daldığım önemli şeylere harcadığım zamanlar... Hep insanlarla kesişti yollarım. Sevdiklerim oldu, sevenler oldu. Tartıştıklarım, üzerini bir kalemde çizdiklerim. Darıldıklarımız, sonra halen bir sevgi beslediğim halde uzakta olanlar ya da hayata bakışımız, yaşam tarzımız birbirinden tamamen koptuğu için görüşemediklerim. Vay canına dedim. İnsan insansız olmuyor demek ki, demek ki yalnızlıktan dem vururken çoğu zaman aslında hiç de yalnız olmadığımızı unutuyoruz. Ne çok insana uğruyor yolumuz ve hayatımızdan ne kadar fazla insan gelip geçiyor. Hani anlamıyor ve anlaşılmıyoruz desek bu kadar kalabalığa anlam vermek daha zor...

 

Arkadaşlık konusundan iyi malzeme çıkar. Aşkı, davayı, macerayı herkes yaşama imkanı bulamayabilir. Ama en sıradan hayatlarda bile derinlemesine tecrübe kazanılabilecek bir konu arkadaşlık. Değerlendirmenin yolunu bulursam roman da çıkar, senaryo da deneme de elimdeki malzemeden. Nasılsa çanak çömlek patladı. Bulaşık ve cıvık bir çamura dönüştü bazı şeyler. En iyisi yeniden çanak çömlek imalatında kullanmak ve susarak aynı çamurdan olduğumuzu itiraf etmemek.

 

Necefli maşrapa, çanak çömlek, eski arkadaşlar derken bakıyorum da, hayatımda küçük çaplı bir müze oluşturmuşum. Kendi yaptığım sonuncu çömleği de uygun rafa yerleştireyim bari.