Türkiye’nin sokaklarında dolaşırken başıboş köpeklerle karşılaşmayan yoktur. Kimine göre bu sevimli dostlar sokakların renkleri, kimine göre ise tehlike kaynağı. Ancak gerçek şu ki, bu durum herkes için bir sorun haline gelmiş durumda. Ne köpekler güven içinde yaşıyor ne de insanlar kendilerini rahat hissediyor.

Sokak köpekleri meselesi, aslında göründüğünden çok daha derin bir problem. Çünkü bu sorun sadece sokakta yaşayan hayvanlarla değil, bizim şehirleşme anlayışımız ve toplumsal vicdanımızla ilgili. Şehirler büyüyor, doğa alanları yok ediliyor, köpeklerin yaşam alanları kalmıyor. Çare olarak da onları barınaklara toplamak ya da farklı yerlere taşımak öneriliyor. Ama bu yöntemler çözümden çok, sorunu göz ardı etmeyi tercih eden bir anlayışı yansıtıyor.

Barınaklar gerçekten bir çözüm mü? Çoğu barınağın durumu içler acısı. Hayvanlar aç, susuz ve kötü koşullarda yaşamaya çalışıyor. Taşınan köpekler ise, bölgeye alışamayıp ya yeniden sokaklara dönüyor ya da hayatlarını kaybediyor. Kısacası, bu çözümler sorunu sadece ertelemekten ibaret.

Peki ya insanlar? Her gün çocuklarının okul yolunda saldırıya uğramasından korkan aileler, akşam yürüyüş yapmaya çekinen bireyler… Bu korkuları anlamadan sorunu çözmek mümkün değil. Ancak korkuyu çözmenin yolu, hayvanları “düşman” ilan etmek değil, onları doğru şekilde yönetmekten geçiyor.

Ne yapmalı? Öncelikle toplu kısırlaştırma programları etkin ve sürdürülebilir şekilde uygulanmalı. Sokak hayvanlarına güvenli yaşam alanları yaratılmalı. İnsanlara hayvan hakları ve davranışları konusunda eğitim verilmeli. Ancak en önemlisi, sokak hayvanlarını sadece “tehlike” olarak görmek yerine, onları toplumun bir parçası olarak kabul etmek gerekiyor.

Bu sorun bir günde ortaya çıkmadı, bir günde de çözülemez. Ama çözüm, hayvanları topluca yok etmekte değil, onları anlamakta ve onlarla birlikte yaşamayı öğrenmekte. Unutmayalım, bir toplumu yargılamanın en iyi yolu, onun hayvanlara ve doğaya nasıl davrandığına bakmaktır.