Her müessif olayda ekranlarda boy gösteren, “mesul mevkilerdeki” zevatın, yüzlerimize bakarak ve hiç sıkılmadan, “sorumluları bulunacaktır” açıklaması yapmaları ne acı. Eyyy muhteremler!  Tedbir almak, olayların olmasını önlemek sizin sorumluluğunuz ve göreviniz, ihmal ve kusur olmaması için doğru ve ehliyetli kişileri göreve getirmeniz, yetersizleri tespit etmek sizin göreviniz ve sorumluluğunuz. Bütün bunlara rağmen bir olay olmuşsa, suçluları bulup adalete teslim etmek ise en son göreviniz ki, burada sorumluluktan sizin hissenize de önemli bir pay düşer.

 

“Mesul mevkidekiler” tanımında sorumluluk, felsefi soyut anlamda değil, kanuni ve somut anlamdadır ve sorumluyu tanımlamıştır. Suçluyu da… Suçlu o fiili işleyen canlı bombadan, zincir halinde her aşamada, her nispette olaya karışan herkestir. ABD’si, Rusya’sı, IŞİD’i PYD’si… kim teşkil ediyorsa zinciri hepsi suçlu… Ama sorumlu kim?

 

“… o kendini nasıl kurarsa öyle olacaktır” derken Sartre bence tamda bu sorumluyu tarif ediyor. Dün uyguladığınız politikalar, dün aldığınız veya almadığınız tedbirler, yaptığınız tercihler, verdiğiniz görüntüler değil midir bu günü belirleyen? Ve verdiğimiz oylar değil midir bu günü belirleyenleri belirleyen? Oy verirken mesul mevkideysem eğer, sorumlusu benim, sorumlusu biziz.

 

Genel Kurmay Başkanlığı armalı kürsüden, ulu ulu kişiler sorumluları bulacaklarını ilan ettiler. -Ey büyük Allah’ım koru aklımızı, basiret ve hidayet ihsan eyle şu zavallı bizlere, gözlerimizdeki perdeyi kaldır. Mesuliyetini müdrik idareciler nasip eyle- Bence zaten biliyorlar bizim sorumlu olduğumuzu. Ama edeplerinden ve bize olan sevgilerinden ifade etmiyorlar. Kavram kargaşası yaratmalarının sebebi, suçluyu ortaya çıkarınca, adalete teslim edince, sorumlu aramaya kalkmayalım ve rahatlayalım diye galiba. Suçlu eşittir sorumlu aynı zamanda, diyerek bulandırdık zihnimizi. Yıllardır inandırıldığımız bu formül, vicdanımda karşılık bulmuyor artık.

 

Gençliğimizde çok dinlediğimiz bir Ahmet Kaya şarkısı vardı: “Kaçak ve Anne”. Bu şarkının takılması dilime bundan mıdır? İdrakine varamadığım sorumluluğumun, içten içe beni huzursuz etmesinden olsa gerek, ne yediğim içtiğimin tadı var, ne uykum belli ne uyanıklığım…

 

“Uçtum ateş üstüne 

Dağlansın diye sızım 

Sorma halim ne olur 

Yoruldum anlamsızım”

 

Sorumluluk hissi olmayınca, “varoluş” yokluğa dönüyor, hayat boşluğa düşüyor. Zihnimde bu mısralar, kendimi anlamsız bir vicdan kaçağı gibi hissediyorum.

 

Ne geçip giden şehitlerimizin yüzüne bakacak yüzüm var, ne yarınımız çocuklarımızın karşısına çıkmaya hakkım. Doğduğumda bana bırakılan dünyayı, yaşanmaz hale getirmenin üzüntüsü içimde. Cennet vatanımı cehenneme çevirmenin, payıma düşen ağırlığı boynumda, af dilemek istiyorum… utanıyorum…