Büyük kısmı bu yeminlerine sadık kalırlar ve ömür boyu da binlerce hastaya şifa verirken çoğunun da hayır duasını alırlar.

Bir kısmı da var ki, bunlar Türkiye’deki çarpık sağlık sistemindeki açığı görüp kendilerini akademik olarak yetiştirdikten sonra hemen özel hastanelerle dirsek temasına geçip “yollarına” bakarlar.

Yani çalıştıkları ve kendilerini yetiştiren doçent, profesör olmalarında büyük katkısı olan hocalarının bulunduğu fakülte hastanesine kazık atmak üzere kafalarında tilkiler dönmeye başlar ve hiçbirinin de kuyruğu birbirine değmez. O derece yani…

Hikâyenin özeti şu ki, paraya tamah eden akademik unvanlı doçent ve profesör olmuş bazı doktorlar özel hastanelerle sözleşme imzalarlar. Bu sözleşmeye fakülte izin verir. Buna karşılık da özel hastane fakülteye her ay 30 bin lira öder. Fakülte de bu paranın yüzde 35’ini söz konusu doktorun hesabına aktadır. Yani ayda 10 bin lira para yatar doktorun hesabına. Buna yakın da üniversiteden alır ve yada helalinden yaklaşık 20-30 bin lira para kazanırlar.

Kimine yeter bu ..

Ama kimine de yetmeeezzz.

Onlar koskoca doçent ve profesördürler, hiç bu kadar parayla yetinirler mi. Hele işlerinde iyi olanlar, çalıştıkları özel hastaneye ne kadar kazandırdıklarını da bildikleri için, gözlerinin özel hastanenin kazandığı paraya göz dikerler. Ve derler ki özel hastaneye , “ben hastanende çalışırım ama açıktan da şu kadar para isterim.. “ Hastane dene yapsın, kıran kırana piyasa şartlarında hasta değil de “müşteri kapmak için” Hipokrat yeminli bu akademik doktorun ahlaksız teklifini kabul eder. Kimi zaman da teklif tersten gelir, özel hastane sahibi “Hipokrat yeminli” doktorun aklına girer ve onu parayla ikna eder.

Sonuçta, bu statüdeki doktorlar özel hastanelerle “ işbirliğine” girip, hem fakülteye hem de devlete kazık atma pahasına çalışmaya başlarlar. Doktor para makinesi gibi sabahtan akşama kadar (çünkü akademik doktorların devam kontrolü gibi bir sistem yok fakültede) özel hastanede çalışır, ayıp olmasın kabilinden de ara sıra fakülte hastanesine uğrar, orada da şöyle bir görünür.

Sonra gelsin paracıklar…

Nasıl mı?

Yöntem şöyle: Akademik unvanlı doktor fakültesinin izniyle özel hastanede çalışmaya başlar. Özel hastane her ay sözleşme gereği fakülte hesabına doktor başına 30 bin tl (artı kdv) yatırır. Fakülte de bu paranın yüzde 35’ini doktorun hesabına yatırır. Doktor fakülteden maaş alır ve üstüne de bu yaklaşık 10 bin lirayı alır. Yani ayda 25-30 bin lira kazanır. Yeter mi? Yetmez. Doktorla özel hastane arasındaki “ahlaksız “ anlaşma gereği ortalama en az ayda 50 bin lira daha ( 50-150 bin arası) Hipokrat yeminli doktora ödenir. Bunda da yöntem şöyle, ya özel hastane açıktan yani elden öder parayı, ya doktorun hesabına yatırır ya da doktorun kurmuş olduğu şahıs firmasından kesilen aylık düzenli fatura karşılığı ödeme yapılır.

Şimdi bu sayede doktor fakültesini kandırıyor ve zarara uğratıyor, aynı doktor yine vergilendirmediği kazanç yüzünden vergi kaçırdığı için devletine zarar veriyor. Özel hastane deyine açıktan ödediği ve belgelendirmediği her kuruş için devlete zarar veriyor.

Velhasıl yapılacak çok basit, haberde ismi bulunan doktorlar hakkında bir soruşturma açılır ve TC kimlik numaraları ile tüm bankalardaki hesap hareketleri sorulup ve beraberinde de vergi dairelerine yine tc numarasıyla bu doktorların kurduğu şirketler varsa bunların faturaları incelenir.

Sonuçta, devlet kazanır ve ahlaksız teklifle çalışan taraflar kaybeder.

Peki, bu sadece Kayseri’de mi? Elbette değil, Türkiye’deki tıp fakültesinde ve aynı zamanda özel hastanede görev yapan pek çok “Hipokrat yeminli akademik doktor” bu durumda olabilir. Tabi ki ahlaklıları da var ama önemli olan para hırsına yenilip ahlaksız teklifle yapılan işbirliklerini deşifre edip gereğini yapmak..

Hadi bakalım burada da iş devlete düşüyor, Tıp Fakültesi dekanlarına ve başhekimlerine düşüyor…