Eğer olacaksa; ABD’de olduğu gibi, gerçekten kuvvetler ayrılığının açık seçik, sarih bir şekilde yazıldığı, her şeyin açık bir şekilde tarif edildiği, gelişmiş demokrasilerde olduğu gibi hukukun üstünlüğüne dayalı olursa şüphesiz o da demokratik bir sistemdir."

Açıklamadaki "Türk tipi başkanlık", ilk defa Montesquieu'nun "İran Mektupları"nda kullandığı, "şark despotizmi" kavramını çağrıştırıyor. Kavram daha sonra Marks tarafından "Asya Tipi Üretim Tarzı" ile ilişkilendirilerek kuramsallaştırılıyor. Genel hatlarıyla, bu üretim tarzının sonucu oluşan bölüşüm biçimini sürdüren yönetim anlayışı olarak ifade edilebilir. Belirgin özelliği adından da anlaşılacağı üzere despotik oluşudur.

ABD sistemine gelince, bu sistemin demokratik  arızalarını anlatan geniş bir literatür mevcut. Ancak bu eleştiriler, sistemin yerini sağlamlaştırmasına hizmet eden yaygın algıya nazaran, marjinal kalıyor. "Rıza imalatı" ile insanlık derin bir yanılgı ve buhranın içine itiliyor. Adorno: “Ortada bir pratik kavramı yok, devrimci bir durumda yaşamıyoruz.(..) İlk defa, artık daha iyisini tahayyül edemediğimiz bir dünyada yaşıyoruz.” derken bu iflası ifade ediyor. Korkarım bu hal ülkemiz özelinde de aynen geçerli. Tuhaf bir sarmalın içinde debelenip duruyoruz. Pratik yok. Pratik; kadim kültürümüzdeki "amel" ile anlamdaş. Mütemadiyen bir şeyleri tespit, tenkit ve tebliğ ediyoruz. Ancak yaşadığımız  hayat, tenkit ettiğimiz biçimde sürüp gidiyor. Gül'ün "Türk tipi başkanlık" tabirinden kastettiği, Hüseyin Avni Ulaş'ın, geri dönmemesi için mücadele verdiği "şark despotizmi" çağrışımlı. Şüphesiz bu tespitiyle haklı. Ama yedi yıllık görev süresi içindeki tavrı ile Ulaş'ın mücadelesi arasında ciddi bir amel/pratik  farkı var. Söylem ve eylem uyumu, iman ile amel arasındaki ilişkide olduğu gibi doğrudandır. Madem "ameller niyetlere göredir", o halde niyetimiz, ancak yaptıklarımızdan çıkarılabilir. Bir başka deyişle, değerlendirme amellerimizden olacaktır. 11. Cumhurbaşkanı'nın görev süresi boyunca, güçler ayrılığı açısından takındığı tavır, düştüğü durumla, şimdiki başbakan arasındaki benzerliklere kıyasla, fark yok denecek kadar azdır. Ezcümle sorun, zaten yürütmenin içinde yer alan cumhurbaşkanının yetkileriyle değil, sitemle ilgilidir. Yedi yılı aşkın bir süredir fiilen bir güçler ayrılığından bahsedilemez. Öncesinde de mevcut olmadığı ortada. Yürütmenin bir ayağı olan hükümetle, bir başka unsuru cumhurbaşkanı arasında oluşacak gerilimden denge uman bir tuhaf sistem. Aynı görüşten hükümet ve cumhurbaşkanı olması durumunda, sistem krize giriyor. Bu ciddiyetle tartışılmalı, buradan sağlıklı bir yapı çıkmaz.     

Sistemse en ideal şekil olarak, "güçler ayrılığı" prensibine dayalı, batı demokrasilerini önümüze çıkarıyor. Buna göre üç güç varsayılıyor: yasama, yürütme, yargı. Stephen Hawking "İnsanoğlunun saldırganlığı nükleer savaşlara yol açabilir. Böylece medeniyet sona erer ve insanlık biter. Hiçbir problemimizin çözümü Dünya'da yok. Ama Dünya bize başka bir perspektif sunuyor. İnsanoğlunun geleceğinin uzayda olduğuna inanıyorum. İnsanlar başka gezegenlerde koloni kurarak soylarını devam ettirebilirler" diyor. Neredeyse çeyrek asırdır dünyada rakipsiz uygulanan, ikiyüz yılı aşkın süredir idealize edilen bu sistemin, dünyayı getirdiği yer iflas. Galiba sorgulamaya buradan başlamalı. Adı geçen güçlerin ve bunların ayrılığının yetersiz olduğu görülüyor. Bu güçlerin üzerinde bir "üst" güç tanımlamak gerekiyor. Müslümanlar için bu gücün "İslam" olduğu açık. Adil ve başarılı örnekleri içeren geçmişiyle, teorik altyapıya sahip olduğunu düşünüyorum İslam'ın. İhtiyacımız praksis/ameller sahasında ortaya çıkıyor. Doğrular ortadayken bizi kıskıvrak kuşatan ve istediği gibi hareket ettiren dünyanın tahakkümünden kurtulmalıyız.

Türk kelimesini, olumsuz bir sıfatmış gibi kullanmakta doğru değildir diye düşünüyorum. Başkanlık mı olur,  parlamenter sistem mi bilmem, ama "Türk tipi idare" tarzını ciddiyetle düşünmeliyiz. Bu arayış elbette insanlığın demokratik mirasından da yararlanmalı. Ancak eksikliklerini de gören, bunun fevkinde bir şey olmalı. Son yıllarda bütün dünyada siyaset kurumu ciddi  bir kriz yaşıyor. Demokrasinin bu krizden nasibini almadığı düşünülemez. Siyaset, medyanın sahnesinde oynanan bir kukla oyununa dönmüş durumda. Türk tipi idare tarzına sadece bizim değil, bütün insanlığın ihtiyacı var. Mevcut zevatı külliyen boş verelim. Demokrasi dillerinde, onlar seçecek  biz onların seçtiklerini -sözde- seçeceğiz. Yunus ne hoş söylemiş: "Dışım derviş içim boş, dilim tatlı sözüm hoş / Amma ettiğim işi dinin değişen etmez."  

Fuzûlî'nin aşağıdaki beyitindeki tavsiyeye uyarak işe başlamak şart galiba. 

"Gelin ey ehl-i hakikat çıkalım dünyadan

Gayr yerler gezelim,  özge safalar görelim."