Ben en çok ya bir gün yazacak hiçbir şeyim kalmazsa diye korkarken, insanların acaba bebeğimi de öldürürler demeleriyle karşılaşıyorum. Keşke bu kadar acı olmasaydı da benim de yazacak bir şeyim kalmasaydı.

“ Esad Suriye’ye girdiğinde ben 35 günlük evliydim. Kocam dil öğretmeniydi. Ben resim okuyordum. Başlarda savaşın bize pek etkisi yoktu. Ama akrabalardan ölüm haberleri geldikçe korkuyorduk. Bir gün evleri basıp erkekleri savaş için topladıklarında, erkek kardeşlerimi aldılar. Bir daha onlardan haber alamadık. Aylar geçerken ben 5 aylık hamileydim. Sonra kocam bir gün eve gelmedi. İki gün oldu, üç gün oldu. Çalıştığı okula gittim her gün. Hastaneye gittim. Sokaklarda kolu bacağı kopmuş adamlara kocam mı diye baktım. ‘El intizar eşeddü minen-nâr’ derler bizde, savaşta gidenin arkasından en çok bunu söyledik. Evet, beklemek, ateşten daha beterdir.”

Kadın anlatıyordu, benim dinlemeye halim kalmadığında zamanlarda bile o dimdik başıyla anlatıyordu; “Ben savaştan kaçmadım. Ülkemi onlara teslim etmemek ve geri dönmek ümidiyle Türkiye’ye sığındım ama gördüm ki benimle aynı ateşi paylaşan kadınlar burada da var.” dediğinde, gözümün önüne her gün haberlerde izlediğim şehit cenazeleri geliyor. Tabutlara haykıran gözlerle bakan yiğitlerin çocukları geliyor. Kulaklarıma ise merhametin sillesinden tokatlanmış insan sesleri. Buna rağmen susmayan, kabullenemeyen, farklı insan zihniyetleri.

Bir çocuğun yetim kalması, bir kadının bebeğiyle kimsesiz kalması, bir annenin, bir babanın, bir ülkenin insansız kalması, ölen kişilerin ırkına mı bağlı? Arap olduğu için mi vicdanınızdan zerre merhamet sızmıyor? Bilmiyorum. Yangında ölen bir kedi için günlerce yas tutan insanlar, neden her gün bombalanarak yakılan insanlara ses çıkarmıyor.

Bir kadının, ateşi beklemeye yeğlemesi, bir kedi ölümü kadar yer tutmuyor mu vicdanınız da?