Artık ekonomik kararlar, iktidara gelme ve iktidarda kalma şansları sermayeye bağlı siyasetçilertarafından, neredeyse sadece sermaye gözetilerek alınmaktadır. Siyaset adına ne yapılıyorsa hepsi bu gerçeği gizlemek için sahnelenen tiyatro hükmündedir diye düşünüyorum. Ekonomi politik yerini politik ekonomiye bırakmıştır. Siyaset iyice daralan alanında kültür politik atraksiyonlarla sermayenin şenaatlerini örten bir şal hükmündedir.Hem “çapulcular”, hem de “Asım’ın Nesli” bu “evrensel” ''interest lobby''lerin hedeflerindedir. Sermaye işini, siyasetçiler kanalıyla yapar. Yeni Dünya Düzeni “soyut” olarak sermayenin çıkarlarını sürdürmek üzerine kuruludur. Ancak elbette ki somutlaştığında sermaye tek parça değildir,  gruplar arasında paylarını artırma kavgası yaşanır. Ama soyut olarak sermayenin egemenliği sürer. Ezcümle karşısındaki kalabalığa “Asım’ın Nesli” diyen dünün mazlum ve mağduru, bu günün zengin ve muktediri ile, Taksimde toplananlara “çapulcuyum” diyen eski ve belki müstakbel iktidardaki siyasetçisi işadamı arasında bir fark yoktur.

“Asi Şehirler”de kentlerin küresel sermayenin emilimindeki rolünü anlatıp, kentsel dönüşümün aslında küresel sömürüyü devam ettiren işlevine dikkat çeken Harvey, Kentlerde oluşan tüm tepkisel hareketlerin aslında yeniden üretim alanındaki sömürü karşısında oluşan tepkiler olduğunu düşünür.Önümüzdeki dönemde toplumsal çatışmaların arenası olacağı öngörülen kentlerde bu tepkileri verenler kimler? Galiba toplum “halk”tan, “çokluk”a dönüşmekte.Paolo Virno “Çokluğun Grameri” isimli kitabında Post-Fordist dönemde “halk” kavramının günümüz dünyası için açıklayıcılığını yitirdiğini söyler ve yerine “çokluk” kavramını önerir. Kitabın alt başlığı da zaten; “Çağdaş yaşam biçimlerine dair bir çözümleme için”dir. “Halk” nosyonunun karşı kutbu olarak tanımladığı “çokluk” kavramının özelliklerini Virno şöyle sayar;-Sıradan bir durum olarak deniyimlenen yabancının yaşamı-Söylemde “ortak yerlerin” “özel yerler” üzerindeki üstünlüğü. Yani “özel yerler”in etikretorik söylemi yerine “ortak yerler”in dilbilimsel-mantıksal söyleminin geçişi.-Toplumsal üretimin kaynağı ve kötülüklerden koruyucu bir araç olarak zekânın kamusallaşması-Nihai ürünü olmayan etkinlik (virtüözlük)-Bireyleşme ilkesinin merkezîliği 

-Dilin gönderimsel olmayan veçhelerinin aşırı gelişimi (boş konuşma)

-Mümkün olduğunca olanaklı olanla ilişki (oportünizm)

her biri başlı başına bir yazı konusu olan bu özellikler “Gezi” eylemcilerinde de görülüyor gibi. Toplumsal hareketlerin hepsinde olduğu gibi “çıkar çevreleri”nin, yabancı devletlerin,kötü niyetlilerin vesaire, “Gezi” eylemlerini etkileme ve lehlerine kullanma çabaları olmuştur, olacaktır. Ancak önce bu eylemcilerin kim olduğunu belirlememiz gerekir. “Çokluk” kavramını kullanabiliriz diye düşünüyorum.

“Çokluk” içinde “bir”lik, dilleri, kentle ve ekonomiyle ilişkileri, gibi konulara kısmet olursa önümüzdeki günlerde yeniden temas ederiz. 

Son olarak “iktidar sözcüleri”nin “ekonomizm” ile kirlenmiş, “özel yerler” söyleminin dışına çıkamayan dilinin, “ortak yerler”in söylemiyle konuşan ve bir kısmı kendilerine oy vermiş 

“çokluk”un dili karşısındaki durumu özenle tahlil edilmeli. “Burnumuz değdi burnuna “çok”un”

 

DİRİLİŞ 

(Erdem BEYAZIT)

Ey bir emre hazırlanan simsiyah gecede 

Karanlığı emip emip de gebe kalan 

Ey her depremden sonra biraz daha doğrulan 

Herkesin 

Veba girmiş bir şehrin hem halkı Hem seyircisi olduğu bir günde 

Ey düştüğü yerden kalkmaya hazırlanan ülke. 

 

Her damlası bir zafer müjdecisi 

Bir posta eri gibi 

Yağmur yüzümüze değince 

Çıkacağız yola. 

 

Çıkacağız yola 

Hesap günü gelince 

Yağmur yüzümüze değince 

Güneş bir mızrak boyu yükselince. 

 

TEMBİH 

Çokluğun Grameri, Paolo VİRNO, Otonom Yayıncılık, İstanbul, Nisan 2013 Asi Şehirler, David HARVEY, Metis Yayınları, İstanbul, Mart 2013 İstanbul’u Anlamak, Turgut CANSEVER, İz Yayınları, İstanbul, 1998 kitaplarını mutlaka okuyunuzJean-Paul Sartre kulak veriniz; “Bağlanan ve yalnızca olmak istediği kimseyi değil, bir yasa koyucu olarak bütün insanlığı seçen kişi, o derin ve tümel (küllî) sorumluluk duygusundan kurtulamaz.”(Varoluşçuluk, Çev: Asım Bezirci, Say Yayınları, İstanbul, 1985, sf:67)