Bu değişim realpolitik’in “iktidarda kalma başarısı” esaslı “Makyavelizm”i midir? Yani sadece politik taktik bir değişim mi geçirmişlerdir? Yoksa bir söylem değişmesi mi söz konusudur.  Söylem derken Foucault’un “dünyayı ve insanları şekillendiren düşünceler, inanışlar, yargılar, değerler, semboller, kelimeler, harfler, kurumlar, normlar ve geleneklerden oluşan ve içerisinde birçok güç ilişkilerini bulunduran, yaşayan, her yerde ve herkesi kuşatan organizma”yı, kastediyorum. Galiba bir gömlek değişiminden ziyade bir “episteme”,  bir söylem değişimidir söz konusu olan. Sözde değil özde bir değişim.

 

Bunun sebepleri eski söylemlerindeki yetersizlikler, eksiklikler ve yanlışlıklar mıdır? Dışarıdan gelen etkiler midir? Yani bir tekâmül mü vardır bir uyum mu, bir bozulma mı?

 

Son on yılda –mevcut iktidarın görevde olduğu süre boyunca- daha başka neler değişmiştir? Kimi iktidar yanlısı yazarların; “Gezi” eylemcileri için söyledikleri “hazcı” ve “hızcı” gençlik yetişirken, bunda iktidarın bir kabahati yok mudur? İster muhalif ister taraftar olsun, gençlerin ve yaşlıların, hepimizin aynı “değişim” afetine maruz kaldığımızı düşünüyorum. Hâsılı bizi idare edenler dış güçlerin oyununa gelmişlerdir. Artık “bağımsız” bir Türkiye’den bahsetmemiz zordur. Zira globalizmin lügatinde (söylem, paradigma, episteme, diskur) “milli bağımsızlık” yerini “ferdi özgürlük”e bırakmıştır.

 

Ülkemizde yaşanan ve yapılanların hepsi, bütün dünyada yaşananlarla aynıdır maalesef. “Kentleşme” efsanesi ile her şey yerle yeksan olmaktadır. Raunig; Adorno’nun Kültür Endüstrisi anlayışı ile ortaya attığı “kitlelerin aldatılması” yerine Virno’dan ilhamla “Yaratıcı endüstriler” bağlamında, kendi kendini güvencesizleştirmenin bir veçhesi olarak “kitlesel kendini aldatma”dan bahsetmek daha uygun görünüyor. Bu “kendini aldatma”ya, günümüzde yaratıcı endüstriler diye adlandırılan içkinlik düzleminde hayata geçen direniş olasılığını da ekleyebiliriz.” diyor.

 

Esasta Adorno’nun “kitlelerin aldatılması” tezine katılmakla beraber, yeni bir aşama yaşandığını da dikkate almalıyız diye düşünüyorum. Kanat Atkaya (9 Haziran 2013, Hürriyet’teki köşesinde) “Onların hikâyeleri zaten anlatılacak. Şimdiden 10’a yakın kısa film, belgesel, video-günlük seyrettim.

 

Daha bu alandan çok kitap, çok film çıkar. Şimdiden Gezi Parkı’nda “keskin zekâ” peşine düşen ajanslar, şirketler gırla gidiyor.” diyor.

 

Dış Güçler önce “iktidar”ın gömleğini değiştirterek, “Ümmet-i Muhammed”in yegâne kurtuluş ümidini “küreselleştirdiler”. Önce zihnimizde, sonra fiilen fiziki ve manevi sınırları işlevsizleştirdiler. (Lütfen son on yılda dünyada pek çok devletin yaşadıklarını ve bizim bunlara resmi tepkilerimizi hatırlayın. Lütfen ülke sınırlarımızın durumunu bir tefekkür edin) Şimdi sıra “direnenler”de. Onları da ajanslar yoluyla endüstriye dâhil ederler olur biter. Küresel hegemonya bir devlet büyüğümüzün veciz ve nezih! ifadesiyle “kullanabiliyorsa kubura süpürmez, artistik (virtüözlük) kabiliyeti varsa keskin zeka diye yutturur” 

 

“Milli Görüş” gömleğiyle çoktan gitti mi “milli”niz cancazım? Şimdi “üç hilalli” bayraklarla “milli”mi görünmek lazım?

 

ŞİİR

ÇOCUK VE AĞAÇ

Arif Nihat Asya

 

Çocuk, çok sevdi ağacı...

Verirdi ona, her kış

Çiçekleri olaydı!

 

Ağaç, çok sevdi çocuğu...

Öperdi altın saçlarından

Dudakları olaydı!

 

Ve ona öptürmek için,

Eğilirdi yerlere kadar;

Yanakları olaydı!

 

Dökerdi önüne hepsini

Gümüşten, altından, sedeften

Oyuncakları olaydı!

 

Ve çocuk gittikten sonra,

Böyle kalır mıydı ağaç?

Ne olurdu onunda

Bacakları olaydı,

Ayakları olaydı!

 

TEMBİH

Aman dış güçlerin oyununa gelmeyelim iç güçlerin “milli” oyunları var.