Atatürk’ün vefatından sonra, “Ali Sait Paşa, Meclis’te ve orduda çoğunluk sizi Cumhurbaşkanı görmek istiyor deyince, O, “Arkadaşlarımızın bu duygularına teşekkür ederim. Fakat ben sadece Genelkurmay Başkanıyım. Anayasaya göre Cumhurbaşkanı ancak Meclis’in içinden seçilebilir” demiş. “Peki bize aday gösterebilir misiniz?” sorusuna da “Sadece kendi düşüncemi söyleyebilirim. Bana kalırsa bugünkü durumda Atatürk’ün yerine geçmeye en lâyık olan şahıs İsmet İnönü’dür, Bu benim sadece kendi düşüncemdir.” Cevabını vermiştir diye anlatılıyor, Atatürk Araştırmaları Merkezi’nin resmi yayın mecraında.

 

Çok kritik dönemlerde görevini hakkıyla ifa eden Mareşal Çakmak, “ Yaş Haddi Kanunu” çıkartılarak 12 Aralık 1944 de askeri bir tören bile düzenlemeden emekliye sevk edilir. Ciddi şekilde yaralandığı bu tür emekliye sevk edilişten rahatsızlığını her ortamda belli eder. İnönü, Mareşal’in gönlünü almak için kendisine araba tahsis eder. Fakat Mareşal bunu reddeder. Yine CHP’den milletvekili olması için gelen ısrarlı teklifleri de hep geri çevirir. DP kurulur. Celal Bayar’ın ısrarlı teklifine de aldırmaz. DP ye de CHP ile muvazaalı bir muhalefet ilişkisinde olduğu kanaatiyle katılmaz. 1946 seçimlerinde İstanbul’da vatandaşlar 3000 imza ile Fevzi Paşa’nın siyasete girmesini istediklerini belirtince DP listesinden ‘bağımsız İstanbul adayı’ olur. 22 yıl aradan sonra yeniden Meclise girer.

 

19 Temmuz 1948 tarihinde Osman Bölükbaşı ile Millet Partisi’ni kurar, yayınladığı beyannamede şu bölüm oldukça dikkate değer; “ Vatandaşlarımın binlerce imzalı talebi ile siyasete girdim. Fesat bir seçim geçirdik. Şu andaki muhalefet “şefliği” deviremez; kendisi iktidar olursa, o da yeni bir “şeflik” getirir. İktidardan çekinmeyen hakka ve halka dayanan yegâne muhalefet partisi Millet Partisidir.” Bu gün bu partinin devamı olan MHP için de bu potansiyel mevcuttur. Bir an önce toparlanıp milletin makûs talihini yenmenin yollarını aralamalıdır.

 

Herkes tarafından -sevilmese bile- saygı duyulan Mareşal Fevzi Çakmak’a Atatürk’te ayrı bir hürmet beslerdi. Mareşal içki içmez, beş vakit namazında, çok dürüst ve faziletli bir kişi idi. Atatürk ve Mareşal seyahatlerinde hiç harcırah (yolluk) almamışlardır. Mareşal'e yolluk teklif edilince, "Biz oraya askeri araçlarla teftişe gittik. Orduevinde yedik içtik, yattık kalktık. Görev yapıp döndük. Ne harcırahı" der ve yollukları daima orduya kalırdı. Bu nedenlerle Atatürk'ün Mareşal'e çok değişik bir hürmeti ve saygısı vardı. Paşa'nın yemekte olacağı zaman, kesin olarak masaya içki konulmaz, sadece limonata içilirdi.

 

Muhterem Hocam Cahit (Gözkan) Efendi Hazretleri, aynı zamanda “yol kardeşi” de olan Mareşal Paşa’dan muhabbetle ve sık söz ederdi. Paşa Merhuma dair şu hikâyeyi kendilerinden birkaç defa dinledim. “Fevzi Paşa’ya bazı günler öğle yemeğine kız kardeşi misafir gelirmiş. Belediye otobüsüyle. Yemekten sonra Paşa, kardeşine durağa kadar “yürüyerek” refakat eder, otobüse binmesini bekler, sonra makam arabasına binip daireye gidermiş.” Eklerdi Hocam; “devletin vazife için tahsis ettiği arabaya başkasını almayı münasip bulmazdı. Küçük Hüseyin Efendi Hazretlerinden böyle gördük, böyle öğrendik.”

 

Mübarek, kamu mallarının müsriflerce hoyratça harcandığı, israfın tarihin kötü örnekleri ile yarıştığı bu günleri görmüş de ondan sık tekrar edermiş meğer.

 

Bu kısa yazıdan da anlaşılacağı üzere Paşa bu devirde anılacak biri değil. Anmaya layık temizlikte ağızda yok gibi. “Lüküs Hayatımız” Paşa’yı kaldırmaz…

 

Allah rahmetini esirgemesin. Hatırasına yürekten saygıyla…