“sen” oluyor

ey Allah’ın Şanlı Resulü ve Nebisi.

Merhum Süleyman Çelebi, kısaca “Mevlid” olarak isimlendirdiğimiz “Vesiletü’n-Necat” adlı eserinde

Kâinat’ın Fahrı’nın bu dünyaya teşriflerini şöyle resmetmektedir: “Cümle zerrat-ı cihan edüp sada/

Çağrışuben dediler kim merhaba/Merhaba ey âli sultan merhaba/merhaba ey kân-ı irfan merhaba”

Cihanın, kâinatın bütün zerreleri koro hâlinde gür bir sesle dediler ki ey Ulu Sultan, ey irfan, Allah’ı

bilme bilgisinin kaynağı, ey iyilikleri kötülüklerden ayırt etmenin sırrı, ey dertlerimize dermana vesile,

ey Allah’ın yarattığı ne parlak güneş ve ay (…) merhaba! Peygamber Efendimiz’in gelişine bütün

kâinatın sevinmesi O’nun on sekiz bin âleme “rahmet” olarak gönderilmesinin de bir işareti olduğunu

hatırdan çıkarmamamız gerekir.

 

Hz. Peygamber Efendimizi metheden, öven şiirlere naat denir. On bir asırdır şairlerimiz, bu yöndeki

duygularını her zaman dile getirmişlerdir: Yusuf Has Hacip, Edip Ahmet ve Hoca Ahmet Yesevi’lerle

başlamış, Cumhuriyet döneminde merhum Arif Nihat Asya’nın aynı zamanda serbest şiirin harika

meyvelerinden biri olan “Na’at”ı ile tekrar gündeme gelerek günümüze kadar gelmiş, en Nurullah

Genç’in “Yağmur”uyla gönüllerimizi yıkamıştır. Bu şiirlerin hepsinden burada bahsetmemiz imkân

dâhilinde değildir.

 

Arif Nihat Asya, o nadide “Na’at”ında Peygamber Efendimizin hayatının bir panoramasını sunar bize.

Bunu yaparken en kalbi duygularımızın da Kâinatın İncisi’yle bir ve beraber olmasına vesile olur. İşte

o dizelerden birkaçı: “Gel ey Muhammed! /Bahardır /Dudaklar ardında saklı / “amin”lerimiz vardır.. /

Hacdan döner gibi gel.../Miraçtan iner gibi gel.../Bekliyoruz yıllardır!”

 

Na’atten söz açıp da Kayseri’mizin iftihar ettiği şair ve gönül insanı, Hz. Muhammed âşığı Yaman

Dede’yi anmamak mümkün mü! “Gönül hun oldu şevkinden boyandım Ya Rasûlallah(s.a.v.) /

Nasıl bilmem bu nîrana dayandım Ya Rasûlallah/Ezel bezminde bir dinmez figândım Ya Rasûlallah

/Cemalinle ferahnâk et ki yandım Ya Rasûlallah” Gözlerin yolunu sürekli olarak gözlemekten

kanlanması gibi gönüller seni bekleye bekleye kanla doldu. Sensiz ateşine bunca senedir nasıl

dayandım bilemiyorum. Ezel bezminde, meclisinde; Varlık âleminin Yüce Mevlâ’ya söz verdiği o

mecliste dinmez bir figandım, haykırıştım. Gel ne olur, Cemal’ini göster de bu hasret ateşiyle yanan

gönlümü serinlet, ferahlandır ey Allah’ın Resulü. “Boyun büktüm, perişanım, bu derdin sende tedbîri

/Lebim kavruldu ateşten döner pâyinde tezkîri / Ne dem gönlün murad eylerse taltif eyle kıtmîri /

Cemalinle ferahnâk et ki yandım Ya Rasûlallah(s.a.v.)” Ey Allah’ın Rasülü, boynum büktüm, perişan

halde bekliyorum ki bu perişanlığımın çaresi sendedir, sensin. Dudaklarım ismini ana ana ayrılık

ateşinden kavruldu. Senin gelişinle bu yanmadan kurtulacağım. Ne zaman istersen, hangi vakit murad

buyurursan senin yolundaki bu kıtmiri(Kıtmir, Ashab-ı Kehf’in köpeğinin adıdır ki “Yedi Uyurlar”la

birlikte Cennet’e gideceği rivayet edilmiştir.) şefaatinle taltif eyle, ödüllendir. Gel ne olur, Cemal’ini

göster de bu hasret ateşiyle yanan gönlümü serinlet, ferahlandır ey Allah’ın Resulü.

Peygamber Efendimiz’in aşkıyla yanan gönüllerden Üstad Mehmet Akif’i de unutmayalım. “Pek

Hazin Bir Mevlid Gecesi”nde yirminci yüzyılda insanlığın barbarlığını, acımasızlığını, zulmünü,

Müslümanların perişaniyetini, sahipsizliğini, suskunluğunu anlattıktan sonra şöyle inler: “Allah

için, ey Nebiyy-i mâsûm, /İslâm'ı bırakma böyle bîkes, /İslâm'ı bırakma böyle mazlûm.” Ne olur ey

Masum Nebi, Allah için İslam’ı, ümmetini böyle perişen ve derbeder, sahipsiz ve ümitsiz bırakma.

Zulüm altında inleyen Müslümanları zulümlerle bırakma! Merhum Üstad Akif, benzer duyguları ve

hicranını “Necid Çöllerinden Medine’ye” adlı şiirinde de dile getirir. Günümüz şairlerinden ve kanaat

önderlerinden M. Fethullah Gülen “Kırık Mızrap” adlı şiir kitabına aldığı naatların birinde “Sen’i

seven her ruh uludur ya Rasûlallah!/Gönlü-gözü onun doludur ya Rasûlallah! /Cemâlin pertevinden

zerre şevk alan billâh,/Kapının ayrılmaz kuludur ya Rasûlallâh!” diye iki büklüm olur. Üstad Sezai

Karakoç’un “Küçük Naat”inde dediği gibi “Göz seni görmeli, ağız seni söylemeli.” Üstad Necip

Fazıl da “İnsanlık hevenk hevenk /O’nun ümmetinden ol!” der. Emareleri “Yeryüzü Mirasçıları”nın

gayretlerinde –inşaallah- görülmeye başlanan, Peygamber Efendimiz’in “Benim adım güneşin doğup

battığı her yere gidecektir/ulaşacaktır.” mübarek beyanlarının gerçekleştiği bir gün görülecektir. Yeter

ki bir şiirimizde dediğimiz gibi “Dört mevsim bir ömür seninleyim.” diye haykıralım ve onu yaşayalım.

Allah’ın selâmı, bereketi, rahmeti Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa’ya, âli ve ashabına olsun.

Rabb’im cümlemizi O’nun ümmetinden olma şerefiyle müşerref kılsın. Amin.