Filmde yazmam gereken çok fazla sahne var ama muhakkak kendimizi kabul edememek müzmin bir hastalıktı işte asıl sorun burada başladı. Bu kadar yabancılaşmışken kendine ve kendi gerçeğine inkâr edilmeyecek derecede yakınken nasıl olur da insan kendini kabul edemezdi?

Bir diyalogda genç “ anlayamadıklarına deli diyorlar dedi.” Su götürmez bir toplum sıkıntısıdır bu. Kabul edemezler seni, sorgulamana ve sorgulatmana asla imkân vermezler. Düşünceyi körleştir, ‘bizim göremediğimizi, sen görmezden gel’ derler. Dediler ve işin garip yanı da şudur; farklı düşünene aykırı derler ama farklı düşünen de kendi gibi aykırıları görmezden gelir. Nasıl bir toplum da yetiştik de bu hale geldik? Bir sahnede Ahlat ağacının meyvesinin aykırı, şekilsiz ve uyumsuz bir meyve olduğunu ama ona rağmen tadının güzel olduğunu anlattı babası Sinan’a. Burada meyve metaforunu kullanarak sen ve ben bu meyve gibi aykırıyız, yabancıyız düşüncesini verdi oğluna. Peki, hiç kendi gerçeğinden kaçabilir mi insan?

Filmde Sinan, babasının yaptığı her işin saçma bir düşünceden beslendiğini vurgulasa da farkında değildir. Babası neyden beslendiyse kendisi de ondan beslendi. ‘Evlat babanın sırrıdır.’ Sinan neyi eleştirdiyse kendisi de o oldu ama fark etmedi. Nelerden kaçmaya çalıştıysa yine kaçtığı noktaya döndü. Bizde böyle değil miyiz? Sinan gibi. Kaçtıklarımız bizim aynımız değil mi? Zaten insan, aynından kaçar. Çünkü ben, benden olmayanın kötülüğünü tahmin edemem dolayısıyla karşı taraf zararı açık etmeden ondan kaçamam da ama benim gibi olan, bana benzeyen, benim gibi düşünen, oyunlarını benim düşündüğüm gibi tasarlayan, işte beni asıl benden olan yaralar. Sinan nasıl ki her defasında küfretti yaşadığı topluma, işte o zaman Sinan da kabul edemediği insanlardan biri oldu. Babası gibi oldu. Bizler de Sinan gibiyiz, kabul edemediklerimiz babamız gibi. Filmin gerçekliği de birebir buradan geliyor. Hepimiz Ahlat Ağacının aykırı meyveleriyiz ama kabul edemesek de hepimiz birbirimizin aynıyız. Sinan nasıl ki su kuyusunu eleştirdiyse ve yine sonunda kuyuda boynunu sallandırırken değil de kuyuyu kazarken bulduysa bizde olmayacağını bilsek de vazgeçmek yerine kuyunun dibinde gök kubbeyi göremeyene kadar kazmaya devam edeceğiz…

Hiç kendi gerçeğinden kaçabilir mi insan?