Merhum Demirel kendisinin yasaklı olduğu, benim gençliğime tekabül eden yıllarda, demokrasiyi, haklı olarak muhalefet üzerinden tanımlar ve: “iktidar her rejimde var, demokrasi hür muhalefetin olduğu rejimdir” derdi. Bunu genel anlamda algılayıp, diğer partilerin iktidara karşı duruşuna indirgemek eksik olur. Kasım seçimlerinin ardından önce CHP, sonra MHP’de başlayan parti içi muhalefet, iktidar partisinde daha önce çıkmaya başlamış olan farklı sesleri, dikkatlerimizden kaçırdı. Bunda elbette alınan başarılı sonucun ciddi bir payı vardır. Tıpkı başarısız sonuçların diğer partilerdeki gelişmeyi hızlandırmasında olduğu gibi. Bu gün itibariyle, muhalifler bütün partilerde görünürlük kazandılar. Birkaç aydır partiler kadar, iç muhalifleri de ses getiriyor. Son birkaç gün eski bakanların açıklamaları ve ardından yaşanan gelişmelere dair haber ve yorumlarla geçti.
Partideki iktidar çevresine yakın olanlar, her partide muhalifleri, birlik bütünlüğü bozmak, parti disiplinini hiçe saymak, davaya ihanetle suçluyorlar. Muhaliflerin tutumu ise iktidar partisi ve muhalefet partilerinde farklı görünüyor. Muhalefet partilerinin muhalifleri daha ziyade başarısızlıkları gündeme getiriyor. İktidardakilerin parti içi itiraz ve eleştirileri ise, genel anlamıyla “kirlenme” diyebileceğimiz durumlara vurgu yapıyor. Kirlenmenin başlangıçtaki vaat ve ilkelere aykırı bir yapıyı ortaya çıkardığı üzerinde duruyor. Tamda burada, Başbakanlık Başdanışmanlığı görevini kabul ederek, onca yıllık “hoca” tutumunu bırakıp, beni şaşkınlıklara gark eden, çok değerli Hocam Süleyman Seyfi Öğün’ün, 1 Şubat 2016 tarihli “Büzüşme” başlıklı yazısında yaptığı, geleneksel ve modern zamanlardaki “kir” algısının “kuru kir”den “yapışkan kir”e dönüştüğü tesbiti aklıma geliyor.
Görebildiğim kadarıyla iktidar partisinin kirlenmişliğine dair iddialar kamuoyunda bir karşılık buluyor. Ancak verilen desteği azaltmıyor. Bunun sebebinin artık kiri bu yapıların oluşturduğuna, yani içeriden bir salgı olduğuna ve herkese sirayet etmiş olmasına yoruyorum. Parti içi muhaliflerin söylediklerinin pek çoğu, haklı ve doğru gibi görünmekle beraber, pek de teveccüh görmüyor. İki yüz küsur yıl önce, "Hükümet haksız olduğunda haklı olmak tehlikelidir." Diyen Voltaire’in dikkat çekmek istediğinden farklı bir durum söz konusu. Şimdi eleştirilen onca şey yapılırken, konuşanlar önemli mevkilerdeydi ve varsa bu kir dışardan bulaşmadı, birlikte üretildi ve herkese bulaştı gibi.
Sözün başına dönersek bütün partilerde muhalefet rüzgârları esiyor. Bu elbette “istişare” mekanizmasını çalıştırmak yerine, “her şeyin en iyisini ben bilirim” diyen reislerin, şeflerin, başkanların marifeti. Farklı düşüncelere seslerini duyurma imkânı veren, yani muhalefeti demokrasinin bir gereği ve nimeti kabul eden anlayışlara sahip olsalar, partilerin daha sağlıklı yürüyeceği aşikâr. 1900’lerin başında Robert Michels tarafından ortaya atılan, oligarşinin demir kanunu işliyor. Kaçınılmaz olan oligarşiyi, kapalı kapılar ardında konuşan, yağcı, dalkavuk ve karanlık tipler teşkil ediyor. Liderinden gördüğü teveccühten başka bir vasfı olmayan bu güruh, gözden düşünce temizliği hatırlıyor. Bu da siyasetçiyi kirletmekle kalmıyor, siyaseti de yapışkan bir ifrazat gibi kuşatıyor. Muhalefet düşüncesini, umut ve alternatif olmak yerine bu bataklıkta çürütüyor.
Yeni anayasa tartışmalarının yapıldığı, hatta çalışmaların başladığı şu günlerde, birinci öncelik şu olmalı: Hürriyeti teminat altına alınmış muhalefet. Kültür endüstrisinin, bütün değerlerin içini boşaltıp yeniden üreterek, tüketim iştahımıza sunduğu, giderek tüketim metaı haline getirilerek, bizimde tükendiğimiz günümüzde, mütevazı seslere, temiz muhaliflere ihtiyacımız var. Kuvvetli sesler başkalarının mikrofonundan geliyor kulaklarımıza. Düğmeyi kapattıklarında ses gider. Anlı şanlı ve gür sesler bir yanılgıdan ibaret, ister iktidardakilerde olsun, ister muhaliflerinde. Sesi yüksek duyuran başkaları. Heideğğer: “İnsan kendi planları doğrultusunda yerküreye bir düzen getirmeyi boş yere deneyip durur; eğer tarla yolunun cesaret ve umuduna kendini uyarlamamışsa” diyor. Muhalifler ya seslerini duyuracaklar, ya sindirilecekler, ya da satın alınacaklar. Böylece kısmen iktidara da ortak olabilecekler. Ama korkarım hakikati fısıldamış olmayacaklar. Horkheimer ve Adorno: “Sanat yapıtının içeriği sanat yapıtının yapılmasında aranır” diyorlar. İnsan olmanın sanatı sayılması gereken siyaset için, bu diğer sanatlardan daha geçerli...