Bob Dylan’ın aldığı 112. Ödül. Barış ve Edebiyat ödülleri, diğer dallara göre daha tartışmalı olmuş. Nobel, galiba ülkemizde İkinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra başlayıp, 1970 gibi sona eren çeyrek asırlık bir dönemde doğanların gündemine, 1988’de, Necip Mahfuz’un Edebiyat Ödülüne layık görülmesiyle girmiş görünüyor. En azından bu benim yaşıtlarım için böyle. Elbette ondan öncede bildiğimiz bir şeydi Nobel. Ama ben bu yıldan sonra takip etmeye, tartışmaya başladığımızı hatırlıyorum. Hatta tartışmayı o kadar abarttık ki, ilk Nobel alan Türk Orhan Pamuk’un, bu ödülü hak etmediği, kendi ülkesinde, üstelik güçlü bir şekilde dile getirildi.
Edebiyat - siyaset ilişkisinin tabî bir sonucu gibi düşünmek mümkün bu durumu. "Varoluşun kendisi bir sanat yapıtından başka bir şey değil ki." Sözünden yola çıkarsak Necip Mahfuzun, sanatsal, düşünsel olduğu kadar, siyasal da olduğu açık bu yargının. Ve galiba Şark, yani Garp olmayan kısmı dünyanın, varoluşunu daha çok sanatta hissetmiş. Sanatın varlıkla yokluk arasındaki müphemliğinde. Batının somutuna, kesinliğine inat, “söz”de, sözün soyut dünyasında, şiirin maverasında.
Bu yıl bir müzik sanatçısı olarak tanınan Bob Dylan’n ödülü tartışılıyor. Tartışma Pamuk’ta olduğu gibi, sadece bizde cereyan etmiyor. Takip edebildiğim kadarıyla dünyada da sürüyor. Dünyada tartışılması müzik – edebiyat ayrımı üzerinden yapılıyor görünse de, zemininde son on yıllarda sağın önlenemez yükselişinin etkilerini hissetmek mümkün.
Edebiyat ödülünü alan 112 sanatçıya baktığımızda, genel olarak, “sol” diyebileceğimiz, mevcut dünya düzeni ve/veya durumuna karşı duran isimlerin kazandığını görüyoruz. Bu açıdan bakınca, Dylan bir istisna teşkil etmiyor. Aksine protest sanatçıların başında gelen bir isim. Bizde tartışılması ise daha manidar. Türk İslamcılığı ’da dünyada sağın yükselişinden payını almış görünüyor. İngilizce konuşulan yerlerde yapılan eleştirilere benzer eleştirilerle karşı çıkılıyor Dylan’ın ödül almasına.
Eskiden bütün dünyadaki çarpık düzenin bir parçası olarak eleştirilen Nobel Ödülleri, Türkiye’deki İslamcılığın, hatırı sayılır ekseriyetini temsil eden bir partinin iktidarda olması sebebiyle midir nedir, bütün konular gibi, bu konuda da neredeyse refleks haline getirdiği yönelimleri yerine, küresel ağızla fikir serdediyor. En ironik olanı ise, Dylan’ın etnik olarak Yahudi asıllı olması görmezden gelinerek, atalarının bu coğrafya ile ilişkileri üzerinden değerlendirilmesi. Bu İsrail’le yapılan anlaşmanın hemen ertesinde olunca, İslamcılığın protest ve devrimci yanının törpülenerek, sığ bir iktidar sağcılığına kayıyor olduğu endişesini hissettiriyor. Bu anlayış kalıcı olursa elbette sevindirici bir gelişme olur İslamcılar açısından. Ancak dünya politikasını izah açısından çok önemli bir bölümü çöker düşüncelerinin.
Öte yandan İslamcı kanat tarafından, Dylan’ın atalarının coğrafi aidiyetleri üzerinden zikredilmesi, iktidarın “Osmanlıcı” eğilimlerine uygun seyrediyor. Dylan bir taraftan müzik adamlığı üzerinden eleştirilmeye çalışılırken, diğer taraftan Nobel gibi saygın bir ödülü aldığı için sahip çıkılıyor. Türk sağının içinde (ister milliyetçi, ister giderek milliyetçileşerek sağcılaşan İslamcılık olsun) bir gizli Nobel alma arzusu hissediliyor.
Gördüğüm şu ki: Dylan Karslı hemşerisi Pamuk’tan daha az eleştiri aldı köklerinin geldiği bu coğrafyadan ama aldı. Bence eleştiriden çok takdir almalıydı. Özellikle İslamcılardan.
Blowin' İn The Wind (rüzgârla haykırıyor) diye çevirebileceğimiz unutulmaz şarkısında;
“Evet, ve kaç deniz aşmalı beyaz bir güvercin
Kumlarda uyumadan önce
Evet, ve top gülleleri kaç kez atılmalı
Sonsuza dek yasaklanmalarından önce
Cevap, dostum, rüzgarla haykırıyor
Cevap rüzgarda uçuyor
…
Bir adam kaç kez yukarı bakmalı
Gökyüzünü görebilmesi için
Evet, ve bir adamın kaç kulağı olmalı
İnsanların ağladığını duyabilmesi için
Evet, ve kaç ölüm olmalı onun bilmesi için
Ne kadar çok insanın öldüğünü?
Cevap, dostum, rüzgarda esiyor.”
Diyorken Dylan, sizce de, “Dağlar ile taşlar ile” tınısı duyulmuyor mu derinden. Hiç değilse bu duruş, bu tını bir Nobel etmez mi?