Kaldı ki yemeğin tadını siz beğenmeyebilirsiniz. Damak zevkiniz uymaz. Yağı size göre fazladır. Tuzu eksiktir. Ama unutmamalıdır ki o yemekten birçok kişi beslenmekte ve gıda almaktadır.

Konuya balıklama atladım ve galiba çorba ettim her şeyi. İş yapılırken etliye sütlüye karışmayıp da her iş bittikten sonra cami minaresini düzelten avanağa dönen birçok insan var. Acaba diyorum, bu tür insanlar her yerde var mı? 

Olmaz mı diye geçmiyor değil içimden. 

Bilip de bilmiyormuş gibi görünen iş ehli insanlara kızdığım gibi bilmeyip de ahkâm kesen dümbeleklere kızmaktan öteye acıyorum. 

Ey güzel Rabbim… Salata yapmayı kim akıl etmiş acaba diye ilk çağlara kadar gidip hayal kurmaktan vazgeçtim. Sen insanların arasına öyle ‘hıyar’lar koymuşsun ki, salata ortada duruyor. Eh birazcık aklı olan mahlûk da salatayı icat etmekte gecikmemiş. Ey güzel Rabbim, cacık için bir şey söylemeye gerek kaldı mı bilemiyorum.

Tut ki elimden bir şey gelmiyor. Yazıp çizmeye… Tut ki Mevla bana böyle bir yetenek vermemiş. Ve yine tut ki beni adam yerine koymuşlar da bu ediplerin arasına girip çıkıyorum. Tut ki Allah bana okumak gibi bir yetenek vermiş. Bunu bari değerlendirmek gerekmez mi? Hani ben üstadın dediği gibi “yumurtlayamam ama yumurtadan da anlarım.” 

Kadir Mevla “oku” dememiş mi? Oku kardeşim değil mi yani! Biz de yaratanımızın emrine “amenna” deyip okuyoruz. Bundan hiç şüphem kalmadı artık.

Şu canım memleketin eline ateşten bir kalem almış, birkaç eser bırakmaya çalışan sanatçılarının, yazarlarının, şairlerinin bir güzel canlarına okuyoruz. 

Yayınevleri bir taraftan, kitapçılar bir taraftan. Vatandaş bir taraftan… 

Harbiden çok güzel okuyoruz. 

Geçenlerde çok ünlü bir yazarın konferansına gitmiştim. Konferans çıkışında okurlarıyla kısa bir sohbet ve imza etkinliği de vardı. Kapıda sevenleri beklemekte sıra kendilerine gelsin iki kelam edelim hem de kitap imzalatalım diye. 

Bu arada bir kitapçıyla anlaşılmış ve yazarın kitapları anında satılıyor anında imzalanıyor. Buraya kadar güzel… Genç bir kardeşimiz kitapların içinden seçtiği birini ‘duayen’e imzalatmak için uzattı. Üstat kitabı bir o tarafa bir bu tarafa çevirdi. Bir de sayfalara ışık hızıyla baktı. “Nerden aldınız bu kitabı?” sorusunun cevabı elbette ki  “ yanı başınızdaki işte şu ‘stand’dan” idi. 

Üstat yan taraftaki kitapçıya öyle bir bakış fırlattı ki, o anda “o bakış karşısında iyi ki ben yokum” diye düşünüverdim. Ancak genç kardeşimiz olanların farkında değil olacak ki. “ ismim felan filan” diyince usta okuruna çaktırmadan imzasını attı ve sevenini yolladı. Sonra kitapçıya “bana bunu da yaptırdınız ya… 

Korsan kitap imzalattınız bana…” deyince kitapçı pişkin pişkin “bize, yayınevinden böyle geldi hocam.” Diye cevapladı.

Usta yazar “ya sabır” çekip imzalamaya devam etti.

E, ne demek istiyorsun şimdi diyenleri duyar gibi oldum. Ne yaptık? Yazarın canına okuduk. Yazar da kitapçının canına okudu. Okuyan okuyana…

Peki, ya elinizdeki şu gazeteyi hangi uğraşlarla çıkarıyorlar, hangi gözler sabahlara kadar kırpılmadan hazırlıyor? Burada yayınlanan yazılar, haberler, fotoğraflar bakkaldan mı alınıyor zannediyorsunuz? Bu dizgi, bu sayfa düzeni  kolay mı?

Eğer elimizden sadece konuşmak geliyorsa, elinden bir gün ‘cuk’ diye lafı oturtan biri gelip de ağzımızın payını verirse, o zaman bu sefer okuma işi martavala dönecek. Martaval okuyacağız yani. Biri bizim canımıza okumadan önce yaptığımız son iş olacak.

Yine Mevla’nın “oku!” emrine biat edeceğiz. 

Biz mübarek bir toplumuz.  Biz Hakk’ın emirlerine uyarız. “Oku” dediyse okuruz evelallah.

Eline almış bir kitabı “Ne var ki ben bir otursam sabaha kadar yazarım” diyenler de var değil mi? Bir de iki lafı bir araya getirseler de gam yemesek. İki cümleyi ardı ardına getiremeyen bu zümreye ne dersiniz? Bilmem var mı sizin oralarda da? Yoksa şaşarım.

Ha bir de meşhur ‘hariçten gazel okuma’larımız var. 

Ah ya Rabbim, görüyorsun biz emirlerine harfiyen uyarız.  Oku dediysen mutlaka okuruz.