Ancak bu irade bizim bu gün sekülerleşmiş, paganlaşmış, modernlikle kirlenmiş anlayışımızdaki irade  değildir, nefsin her istediğini doğru kabul edip peşinden gitmez. Âlemleri yaratanın mutlak iradesiyle uyumlu bir iradedir. Bu irade bizim her şeye sahip olma, her şeye fütursuzca müdahale etme şeklinde anladığımız iradeden çok farklı, âlemin ahengine uymaya programlı ve lazım olandan fazlasını –nefis istese de- almamaya yönelik bir iradedir.  Peki, bu nasıl elde edilir, Hoca bunu nasıl kazanmıştır? Elbetteki kültür ve sanatla. Ancak bu kültür ve sanat bizim şimdi anladığımız anlamda bir kültür değildir. Kadim kültürümüzde sanat –her dalıyla- bir dua vesilesidir. Dua yani sevgililer sevgilisine hitap. İcra edilen her sanat aşkla yapılır ve “O”na hitap ettiği için güzeldir. Süheyl Bey’in kâinatında sanatkâr duadadır. Hayatı her aşamasında sanat edinmişlerdir ve her daim duadadırlar. Bu anlayış, bu kültür, bu “tarz-ı hayat”, bu kâinat ve insan tasavvuru “bir”inden öğrenilir. Hoca için bu biri Ahmet Amiş Efendi Hazretleri’nin temsil ettiği, kadimden müebbede Rahmani kültürdür. Özünü aşk teşkil eder ve gayesi “O”nda fena bulmak, yok olmaktır. Amiş Efendi’nin mübarek kelamı ile özeti şöyledir bu anlayışın: “İnsan rabbini tanıdığı kadar insandır." “Kim olduğun değil, kiminle olduğun önemlidir.” “Dağı dağ, taşı taş gördükçe şeyhe muhtaçsın. Bu böyle olsun, şu şöyle olsundan kurtuluncaya kadar, şeyhe muhtaçsın.”  Amiş Efendi’nin irtihalinden sonra Abdülaziz Mecdi (Tolun) Efendiye bağlanır.

“Rabbini tanımak” için yani dağı, taşı “bir” görmek için Mecdi Efendi rehberliğinde devam eder yoluna. “Kimlerle” değildir ki: Her biri birer yıldız olan Hoca Ali Rıza, Muallim Cevdet, Osman Nuri Ergin, İsmail Saib Efendi ve Yahya Kemal Beyatlı… madden beraber olduklarıdır. Hazreti Mevlana, Yunus Emre, Kuşadalı İbrahim Efendi… ise Amiş Efendi’nin şahsında manen beraber olduklarıdır. Bu beraberlik ve yolculukların pişirdiği Hoca, A. Güner Sayar’ın sözleriyle: “1910'ların sonu ve 1920'lerin başı itibariyle insanlar arasında insanını arayan Süheyl’i aşmıştı. Böylesi güç işi de başarmış, Cenab-ı Hakkın bir ikramı olarak kalbinde ve kafasında anarşi ve sıkıntıya girmeden "hadisat-ı husûl sürûruna mucib olmuştu” Dolayısıyla insanlar içinde 'insan’ı arama faslı tamamlandığından artık kendine yakındı.”  Süheyl Ünver “güzel insanları” rehber ve arkadaş seçtiği için “anıt kişi” olmuştur. Yolculuk insanın Hazreti insan rehberliğinde, Hazreti İnsanla, Hazreti insana doğru yolculuğudur. Bu sebeple “İnsan seveceği kimseyi iyi seçmeli, ona göre sevmeli” buyurmuştur Amiş Dede Hazretleri. Şüphesiz şu buhranlı zamanların ilacı, dertleri def etmenin yolu da; Süheyl Ünver gibi şahsiyetleri örnek almaktır.  Ama nasıl? “Yitirilmiş geleneklerin peşine düşenler de azımsanmayacak kadar çoktur. 

Oysa gelenekleri geri getirmek insafsızca zordur. O zaman, geleneklerden beslenmek, ilham almak, modern ile gelenekseli buluşturmak olarak formüle edilen daha aldatıcı bir ara çözüme tevessül etmek yaygınlaşmıştır. Buna, içinde kıvam tutturmanın çok zor olduğu 'dışarıdan', 'bindirilmiş', 'giydirilmiş' estetik diyorum.

Başka bir hayâta özgü duyuşların vücûda getirdiği eserlerin biçimselliğe indirgenip modern ürünlerle buluşturulması çoğu kez inandırıcılığı tartışmalı, hattâ eğreti sonuçlar veriyor. Türkiye'de geleneklerin kendi hâlinde yaşayabildiği, yâni halâ muhiti olduğu dönemlere tanıklık etmiş ve sanatlarını bu tecrübeyle yoğurmuş bir kuşak vardır. Bunların sayıları artık çok azaldı. Onların yetiştirdikleri ise, ustalarından edindiği ustalıklarını ne yapacaklarını bilemiyor. Çünkü duyuşları öğrendikleri ile bağdaşmıyor. Kültür ne kadar kırılgan, değil mi?” diyor Süleyman Seyfi Öğün Hocam. Ve konunun bam teline parmak basıyor.  Acaba kültürü kırılgan kılan “imandan kaynaklanan ahlak, azim ve irade” eksikliği ile beraber yitirdiğimiz zihniyetin yerine geçen “paketlenmiş” “plastik” anlayış mı? Eğer öyleyse işe gösterişi / gösteriyi bırakarak başlamak gerekir. Paketlenmişten, yaşanıp idrak edilene, plastik olandan, görselden estetik olana geçmek… satılandan yapılana yani.  Hastalıklı zihniyetimiz “geleneksel sanatlar” yaşasın diye “Müslüman” belediyelerce başlatılan kurslar için “hat, tezhip ve ebru” sergileri icat edebilmiştir. Resim sergilerinden kopya çekerek. Sergi salonundaki hat artık ne “Kelamullah”tır, ne “Hadis-i Nebî” nede “Kelam-ı Kibar”. Resimdir sadece ve biz resimden ne anlıyorsak ne ifade ediyorsa, sergi Şu kadar küsur yüz “Müslüman” belediyenin, yirmi yıldır, pek çok “kurum” ve “kuruluşun” uzun yıllardır çok büyük paralar sarf ederek, “geleneksel sanatlar” için yaptıklarının tamamı Süheyl Ünver‘in tek başına yaptığının yanında bir hiç mesabesindedir. Çünkü Süheyl Bey göstermek ve satmak için yapmaz.

O koruyup aktarırken diğerleri tahrif ve tahrip ederler.  Ezcümle Niyazi Sayın Hazretleri ile Dünya çapında meşhur “ney sanatçısı” arasındaki fark ne ise Süheyl Bey’in yazdıkları ve yaptıkları ile sergi salonlarında arz-ı endam eden “sanat eserleri”nin arasındaki fark odur. Uygun “muhit”ler nasıl oluşur, milletçe kafa yorarsak buluruz zannediyorum. Ancak ilk adım uygunsuz muhitlerden hem kendimizi, hem de mukaddesleri ve güzellikleri uzaklaştırmak olmalıdır. Siyaset kürsüsünden “Allah” diyen, şayet samimi ise ruhen, striptiz yapan kadın gibidir, samimi değil de mürai ise zaten zikre değmez. Ahlaklı adam çıplağa bakmaz, imanlı adam mukaddeslerini soyandan uzak durur. İkinci adım sohbet edecek kimseler bulmak “Bir insan yüzde yirmi okumakla yüzde seksen sohbetle yetişir.” Buyuruyor Süheyl Hoca… samimi sohbetler yapacağımız küçük muhitler oluşturursak devamı Allah’ın yardımı ile gelir diye düşünüyorum. Üçüncü adım Süheyl Bey’i ve yazdıklarını okumak olabilir. Kendi “muhit”imizde sohbetlerimize zemin teşkil eder.  “Fenomen” ve “fobi”lerimizden kurtulup “Hazreti İnsan” olma gayretine girebilmek için Süheyl Ünver sahip olduğumuz binlerce “örnek şahsiyet”den biridir. Zamanımıza yakın tarihlerde yaşamış olması ve bıraktığı muazzam miras O’nu daha ulaşılabilir kılmaktadır. “Kabdan kaba boşalanlara” selâm olsun…

 ŞİİR

Bu fenâ gülzârına bülbül olanlar anlamaz,

Vech-i bâkî hüsnüne hayrân olan anlar bizi.

Niyazi Mısrî

 

TEMBİH

Ahmet Güner Sayar, “Üsküdar Yaranı”

Süleyman Seyfi Öğün, “Neyzenlerin Kutbu Niyazi Sayın” yazılarını ve

Süheyl Ünver’in bütün kitaplarını okuyunuz.