O yelesi nurdan atı mahmuzla, seni sonsuz saadete uçurur.

 

 

 

Beden, ruha giydirilen esbaptır. Ruh, aşkla beslenerek anlamını bulur ve mana kalıbına bürünür. Bedenin, mana ile şekillenmesi, onu beşer düşü olmaktan kurtarıp ulvi bir değer atfeder.

 

 

 

Son yıllarda edebiyatımızda “Aşk”  inanılmaz bir şekilde istismar ediliyor. Birbiri ardına çıkan, içerik olarak aşktan bihaber kitaplar “İlla Aşk” diyor. Bu öykünme boşuna da değil. Yazarına, en azından yayıncısına kar sağlıyor. Bu kitaplardan aklıma gelen bir kaçını zikredip, küçükte olsa bir reklamla ekmeklerindeki yağa katkım olsun istedim!

 

 

Hafızam beni yanıltmıyorsa yakın tarihte aşkı Elif Şafak bir kez daha keşfetti, başkalarının da aklına getirdi.  Sade, pembe bir kapakta “Aşk” dedi. /Eğer reklamın bir parçası, eğer bir manipülasyon değilse./ Peş peşe baskılarla çok sattı. Bir televizyon programında Elif Şafak’ın ağzından:

 

 “On bir kitaptan bir trilyon, bir kitaptan on bir trilyon kazandım” dediğini dün gibi hatırlıyorum. O bahtlı kitabın adı “Aşk” tı. Konuşulan rakamsa bir kitap için aklı yoracak cinstendi.

 

 Sonra ardı ardına döküldü aşk anlatıları. Yeniçağda, yeni formlar ortaya koymayı amaçlayan modernizmin sözde getirileriyle içi boşaltılan aşk bir kez daha talan edildi. Kalmışsa eğer sırları, bir kez daha ifşa edildi. 

 

 

 Sonra Sinan Yağmur’la “Aşkın Gözyaşları” serisi oturdu aşkın postuna. Yazar o kanaldan o kanala dolaşırken benim aklımda kalacak tek bir cümle söyledi. 

 

“Bu kitap bana yazdırıldı! Bu kitap bana yazdırıldı! Bu kitap bana yazdırıldı!”

 

Evet, koca yazar yalan söyleyecek değil ya. Gerçekten de bu kitap ona yazdırılmış olmalıydı. 

 

Lakin oryantalist zihinlerce! 

 

Sonra kıymetli bir kimlik olduğuna inandığım İskender Pala Hoca “Aşka Dair” dedi.

 

“Aşkın ilk başlangıcı “görme”, sonucu “bakma” dır.

“Aşkın bakmadan sonraki durağı “tapma”; yani sevenin sevilene kul olmasıdır” diyerek öğretilerimizi zorladı, zihnimizi biledi.

 

Sadece bu isimler mi! Tabii ki değil: 

 

Babil’de Ölüm İstanbul’da Aşk, Gündemde Yine Aşk Var, Kitâb-ı Aşk, Aşka Veda, Yüzyılın Aşkları, Aşkın Sen Hali, Aşk Kaç Beden, Aşk Sarmalı, Aşkname, Kaptanın Aşk Defteri, Ayrılık Ayrı Aşk Bitişik Yazılır, Aşk Mahal, Adı Aşk, Aşka Gittim Dönmeyeceğim, İki Kere İki Aşk ve daha niceleri… 

 

 

 

Sadece ulusalda değil Kayserili yazarlarımızda aşktan nasiplenmenin yolunu aradı. Güner Dinçaslan hanımefendi “Işk” dedi. Ardından kadim kalemlerden Muhsin İlyas Subaşı Hocam “Aşk Prensesleri de Öldürür” diyerek “Aşk” a göndermeler yaptı.

 

 

Aşk her devrin adamıydı. Her beşer için anlamlıydı. Kimi zaman çocukça, kimi zaman ilk ergen yıllarımızda aşk küpüne batıp çıkmıştık. Asıl olan aşkın safiyetinde yıkanmaktı. Ama her defasında kokuşmuş bir bataklıkta bulduk kendimizi. Aşkla yıkıldık.  

 

 

 Eskilerin aşk dediği, kulu kutsala taşıyan şey bizim dünyamızda anlamını yitirmişti. 

 

Bizim neslimiz bahtsızdı. Aşkı hiç tanımadı. 

Bize aşk adı altında taammüden verilen şey yüksek dozda şehvetti.

Artık aşk, tendi. Aşk hevesti. 

Heves geçince bitiyordu aşk.

Bir dost “Aşk dünyevileşmekten korur insanı” demişti. 

Sahi ne çok isterdim dediği gibi olsun.

Aşkı bulabilene aşk olsun!