Bu metin ergenlik çağlarımdan beri aklımdadır oysa. Konuşurken satır aralarında kullanırım. Bazı bölümlerini ‘koçaklama’ okurcasına büyük bir iştahla ve yüksek sesle okurum. Ve inanırım ki gençlerin hepsi okumalı bu ruha değen üst metni.
Bugün mukallit birer palyaço haline getirilen arsız ruhumuzun Merhum Necip Fazıl’dan alacağı çok şey var.

  Bu hafta oturup şehrimizdeki bazı edebiyat çevrelerinden ve Üstadın ifadesiyle “cüce taklitçilerin” zavallı hallerinden bahsedecektim. Şimdi diyeceksiniz ki, Kayseri’de bazı edebiyat çevreleri ve Necip Fazıl (!) ne alaka?
Hani düşündüm de, mesele yazar-çizer milleti olunca benim aklıma ilk Üstat geldi.

  Evet, her oluşum kendi elitini oluştur ve küçük menfaatleri uğruna kırk takla atan şarlatanları doğurur. Onlar ne kadar komik duruma düştüklerinin farkında olabilecek şuura bile sahip olamadıklarından kendileriyle yüzleşemezler, hatalarını göremezler. 
Onları en çok korkutan soru “Sen kimsin?” sorusudur. 

İnşallah her oluşum Merhumun ifadesiyle:

'Allah buyruğunu ve Resûl emrini kalbinin ve kasanın kapısına kazımadıkça serbest nefes bile alamazsın! ' ihtarını edecek... Kökü ezelde ve dalı ebedde bir sistemin, aşkına, vecdine, diyalektiğine, estetiğine, irfanına, idrakine sahip” olur ve kadim Türk Edebiyatını ilel ebed muhafaza ve müdafaa eder.

  İnanın haklısınız sizin sorduğunuz soruyu ben de kendime sorunca zaten son moda kurbağa diliyle konuşan zavallı cüceleri zamanın behrinde Allah’a havale etmiş, böcekleri deliklerine göndermiş, meselemi bitirmiştim. Şimdi durup dururken abesle iştigale ne gerek var ki!” dedim. İşte bu yüzden Üstadın gençliğe hitabesine bir kez daha kulak verip bugün bana ne söylüyor anlamak ve siz okurlarımla halleşmek istedim.  

  Gelin boş sözü kesip hoş söze, Üstat Necip Fazıl’a kulak verelim:

  Devlet ve milletinin 7 asırlık hayatında dört devre... Birincisi iki buçuk asır... Aşk, vecd, fetih ve hâkimiyet... İkincisi üç asır... Kaba softa ve ham yobaz elinde sefalet ve hezimet... Üçüncüsü bir asır... Allahın, Kur'ân'ında 'belhüm adal-hayvandan aşağı' dediği cüce taklitçilere ve Batı dünyasına esaret... Ya dördüncüsü?  Son yarım asır! . İşgal ordularının bile yapamayacağı bir cinayetle, madde plânında kurtarıldıktan sonra ruh plânında ebedî helâke mahkûmiyet
*
Gökleri çökertecek ve son moda kurbağa diliyle bütün 'dikey'leri 'yatay' hale getirecek bir çığlık kopararak 'mukaddes emaneti ne yaptınız? ' diye meydan yerine çıkacağı günü kollayan bir gençlik... 

Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, kalbinin davacısı bir gençlik...

Halka değil, Hakka inanan; meclisinin duvarında 'Hâkimiyet Hakkındır' düsturuna hasret çeken, gerçek adâleti bu inanışta bulan ve halis hürriyeti Hakka kölelikte bilen bir gençlik...
*
'Kim var? ' diye seslenilince, sağına ve soluna bakmadan fert fert 'ben varım! ' cevabını verici, her ferdi 'benim olmadığım yerde kimse yoktur! ' fikrini besleyici bir dâva ahlâkına kaynak bir gençlik...

Büyük bir tasavvuf adamının benzetişiyle, zifirî karanlıkta, ak sütün içindeki ak kılı fark edecek kadar gözü keskin ve gerçek kahramanlık madeniyle sahtesini ayırt etmekte kuyumcu ustası bir gençlik...
Surda bir gedik açtık; mukaddes mi mukaddes! 
Ey kahbe rüzgâr, artık ne yandan esersen es! ...

Sözümüz önce nefsime sonra anlayıp da ağlayabilene. Biliyorum yazının muhatapları alınmayacak bile.
Suçları da yok. Adamların istidadı da yok.

Vermeyince mabut neylesin şarlatan!