Ahir zaman ya da sonun sonu bu olsa gerek.
pkk tasfiye ediliyor!
İt ortağı İsrail durup dururken nedense özür diliyor! Beni asıl şaşırtan, bu iki olayın aynı
zaman diliminde yaşanıyor olması.
Acaba neden? İki ihtimal var.
Birincisi, biz bile kendimizin farkında değilken bize bahşedilmiş bir Kanuni kudretiyle arşı
titreten bir kuvvete sahip olduk, tüm dünya bizden korkuyor, ne yapacağını şaşırmış durumda
teslim oluyor, özür diliyor, dize geliyor vs.
Evet, bu teze bıyık altından güldüğünüzü görebiliyorum. Çünkü bende öyle yapıyorum.
İkinci tez ise hayatı boyunca her türlü zulmü yapmış ama bir kez bile özür beyan etmemiş
saçma bir devletin kendini dünya kamuoyu önünde küçük düşürmeyi göze alabileceği kadar
elzem, karı çok yüksek ve büyük bir oyunun oynanıyor olması.
Bu işin yorumunu size bırakıp asıl meselemi dillendireyim.
İştirak-i amâl!
Bu da ne ki dediğinizi duyar gibiyim, arz edeyim.
İnsan yaratılışı itibariyle sosyal bir varlıktır. Kıt kaynaklarıyla sonsuz ihtiyaçlarını
karşılamaya çalışmış. İhtiyaçları için şehirler kurmuş, teşkilatlar, kurumlar oluşturarak
hayatını idame etmiştir.
Aynı zamanda manevi gıdalarla beslenmek ve ruh dünyasının şekillenmesi içinde çabalar
harcamıştır. Ben sözü uzatmadan bu konuyla ilgili ilgimi çeken paragrafları paylaşmak
istiyorum.
İslâm’a yalnız başına hizmet eden bir kimsenin kârı bir ise, bu hizmeti cemaatle yapanın
kazancı binlere, milyonlara varır. İştirak-i amâl ile hasıl olan umum sevap ve nur her şahsın
amel defterine bölünmeksizin girer.
“Nasıl ki dört beş adamdan iştirak niyetiyle biri gazyağı, biri fitil, biri lâmba, biri
şişe, biri kibrit getirip lâmbayı yaktılar. Her biri tam bir lâmbaya malik oluyor. O
iştirak edenlerin her birinin bir duvarda büyük bir âyinesi varsa, herbirinin noksansız,
parçalanmadan birer lâmba, oda ile beraber âyinesine girer.” (Lem’alar)
“İman ve Kur’an hizmetinde el ele verip beraber çalışan insanlar bir şahsı- manevî teşkil
ederler ve bir şirket-i maneviye kurmuş olurlar. Bu şirketin sermayesi “ihlâs, sadakat ve
muhabbet,” kazancı ise “rıza-i ilâhî ve sevaptır.” Bu manevî ortaklığa dahil olanların her
biri, şirkete, tek kelimeyle “hizmet” diye özetlenen bir takım katkılarda bulunurlar. Bunların
tümünden hasıl olan sevap ve nur, “iştirak-i âmâl” düsturuyla, herkesin amel defterine,
bölünmeden ve eksilmeden aynen geçer. Bu ise, büyük bir ticaret kapısıdır.
“Cenâb-ı Hakk’ın rahmeti cemaat üzerinedir” Bunun en açık bir delili cemaatle kılınan
namazlara yirmi yedi kat fazla sevap verilmesidir. Üç kişi cemaat olmuşlarsa her birisine
yirmi yedi kat sevap verilir. Cemaatten hâsıl olan bu sevap üçe bölünmez. Bunun sebebi, nur
ve sevabın bölünmeyi kabul etmemesidir. Nitekim okuduğumuz bir fatihayı yahut bir hatm-i
şerifi bin kişiye bağışlasak, sevap bine bölünmez, her birine aynı sevap verilir.
Rabbim hepimize şahs-ı manevide dâhil olup azim sevap kazanmayı nasip eylesin. Amin!!!